"Üzgünüm dostum. Az önceki ufak çıkışım için affet." Matt bir an için ne diyeceğini bilemedi, kemkümledi, elini uzatır gibi oldu. "Sorun değil." Alenen görülüyordu ki, arkadaşımın egosu paramparça olmuştu. Erkek egosu işte... Min'in ondan daha iyi birini bulmuş olması, onu sinirlendirmişti. Bu sırada Min ikisinden tarafa bakmıyordu. Gerginliğini hissedebiliyordum. Tam ortamı yumuşatmak için kelime oyunu dolu iğrenç bir şaka yapacakken, girişte karşılaştığımız cimri patron bize "Prova yapmanız gerekmiyor mu sizin?!" diye bağırdı. Bu adam sınırlarını zorluyordu cidden. Ama haklıydı. Sahneye yöneldim, kenardan barın elektro gitarlarından birini elime aldım, Matt'e de elimle işaret ettim, o da bir bas aldı eline. Oldukça küçüktü aslında bu sahne ama akustiği harikaydı. "Ne yapıyoruz şimdi? İlk hangisinden başlayalım?" dedim. Matt umursamazca "Fark etmez, zaten eri topu iki şarkı çalacağız." dedi. Bu sırada halen Min ve Taehyun'a bakıyordu. Elinden şekeri alınmış çocuktan farkı yoktu... "O zaman Cruel and Beautiful World ile başlayalım, oradan Baby Can I Hold You'yu söyleriz. Bir de, araya Song Chan Sik klasiklerinden birini sıkıştıralım diyorum. Milli değerlerini unutan asalak kuşakların bilmesi gerek bu adamı." Matt omuz silkti. Tüm şevki gitmişti. Bu moralsizliği ve isteksizliği beni de etkilemez umarım sahnede, dedim içimden. Gerçi birlikte yaptığımız ilk şarkımız "Cruel and Beautiful World" belki onu yeniden hareketlendirebilirdi.
***
Zamanı geldiğinde ve biz Taehyun'un provada söylediği şarkının canlı performansına şahit olduktan hemen sonra, ki provanın yalınlığında bile beni etkileyen bu ses sahnenin loşluğu, etrafı buram buram sarmış fıçı bira kokusu ve alkışlarla adeta ilahi bir şeye dönüşmüştü gözümde, biz sahneye çıktık. Doğrusu Taehyun bütün öz güvenimi alıp götürmüştü. "Başlıyor muyuz?" Matt başını salladı. O da heyecanlıydı. Hawaii stili düzenlenmiş sahnenin düşük wattlı yeşil ışıkları, sadece Matt ve benim üzerimdeydi şimdi. Cruel and Beautiful World'den sonra daha önce hayatımda hiç alkışlanmadığım kadar alkışlanmıştım sanırım. 200 kişi karşımda beni ve Matt'i, bizim emeğimizi alkışlıyordu. Bundan daha yüce ne olabilirdi ki? İkinci şarkıya geçtiğimizde, duygusal yapım beni elevermiş, gözlerimden ışığın da etkisiyle yeşil yeşil gözyaşları akıyor, yanağımı sarıyordu. Son şarkımızdaysa, kelimenin tam anlamıyla ağlıyordum. Kulağıma takdir cümleleri çalınıyordu, gözlerim kapalıydı ve ben şarkının içinde yitmiştim.
Belki hiçbir zaman uluslarası sahnelerde çalamayacaktım, belki en azından kendi ülkemde bile bilinemeyecektim ama kimin umurundaydı ki bu? Ben şuan buradaydım, sigara dumanı genzimi yakıyor, etraftaki insanların konuşmaları beni mutlu ediyor ve canım inanılmaz bira çekiyordu. Bir yandan da şarkımı söylüyordum. Ben buradaydım ve bu anı yaşıyordum, bundan daha güzeli ne olabilirdi! Yavaşça gözlerimi açtım, beni alkışlayan o elleri görmek istiyordum... Bu egonun çok daha ötesinde bir istekti. Ama göz kapaklarımın açılışı ile gördüğüm tek şey kalabalığın içerisindeki bir yüz oldu. Bütün spotlar ona doğrultulmuş gibiydi.
Bu da kimdi böyle? Neden hiç kimseyi göremiyordum? Yoksa... Yoksa tüm bunlar bir rüya mıydı? Etraf sessizleşmişti. Bir anda şarkı söylemeyi bıraktığımı fark ettim. Matt durmuştu, herkes, her şey, zaman durmuştu. Hemen kendimi toparladım. Bu durağanlığı yıkmak için sanki en başından planlanmış gibi bir üç saniye daha bekleyip çıkabildiğim en yüksek notaya çıktım. Şaşkın dinleyici bir anda ıslık çalmaya beni alkışlamaya başladılar. Böylece şarkıyı bitirmiş olduk. Sahneden indiğimde, gözlerim karanlığın içinde gördüğüm o kişiyi arıyordu. Hala rüya mı değil mi emin değildim. Min'in yanına geldiğimde Taehyun'un "Harikaydınız! Bir an sözleri unuttuğunu sandım ama..." açıklamalarını dinlemeden Min'e dönüp "Tokatla beni!" dedim. "Ne?" "Tokatla beni Min. Ne bileyim koluma yumruk at, tekmele, yeter ki rüyada mıyım değil miyim anlayayım!" O sırada koluma inen bir yumruğun acısıyla inledim. "NE YAPTIĞINI SANIYORDUN SAHNEDE!" Matt tüm öfkesini benden çıkartmaya karar vermişti belli ki. "Bilmiyorum bir an kendimi kaybettim sanırım." dedim sakince. "Her neyse. Ben gidiyorum." Taehyun ve Min'e pis bir bakış attıktan sonra arkasına bakmadan gitti. Huysuz Şirin'e benziyordu aynı. Ama aklımda ondan daha önemli bir şey vardı. "Şey çocuklar..." ikisinin de yüzü bana dönmüştü. İç çektim. "Boşverin. Ben birazdan yanınıza gelirim." Kalabalığa karışıp o çocuğu ya da adamı belki de kızı aramaya başladım. "Hey!" "Yavaş olsana!" Hepsini duymamazlıktan gelerek yoluma devam ettim. Yarım saat boyunca bütün barı erkekler tuvaletine kadar aramama rağmen bulamamıştım onu. Yoksa şizofreni belirtileri mi göstermeye başlıyordum? Bir anda bir melankoli ve düşkırıklığı sarmıştı beni. Arka kapıdan barın çöplerinin atıldığı kısma çıktım. Daracık bir alandı burası ve yüce çöp dağını geçmeyi başarabilirseniz tam önünüzde akıp giden Seul gece hayatının bir parçası olabilirdiniz. Önüme çıkan metal bir bira kutusunu tekmeledim. "Lanet olsun!" Kenara çökmüş oturuyordum şimdi de. Sahnede vücudumu saran adrenalin beni terke edince tüm ruh çöküntüme bir de yorgunluğum eklenmişti. Tam oracıkta uykuya dalacakken bir ses beni kendime getirdi. "Öhö, öhö." Biri öksürüyordu. Başımı kaldırdım, görünürde kimse yoktu. Bugün cidden halüsinasyonlar beni buluyordu. Başımı yeniden duvara dayadım. Gözlerimi kapadım. "Burada mı uyuyacaksın?" Gözlerimi açtım. Karşımda yüzü sigara dumanıyla kaplanmış bir beden vardı.
"Ha?" tek söyleyebildiğim bu olmuştu. "Sarhoş musun sen?" Bir anda yüzünü yüzüme gömmüştü. Aramızda üç santim falan vardı herhalde. "Hıh, hıh". Burnuyla beni kokluyordu. "Yoo, gayet de ayıksın. Yoksa hap falan mı aldın diyeceğim ama rengin de gayet yerinde." "Yorgunum sadece." dedim. Loş ışıkta suratını doğru dürüst göremiyordum bile. "Gel, kalkmana yardım edeyim." dedi centilmence. Gerek yok, deyip kalktım. Yüzünü şimdi net bir biçimde görebiliyordum. Hadi canım! "Sen..." Bu oydu! Sahnede görebildiğim tek kişi! Yüzüne dokundum. "Sen... SEN GERÇEKSİN." "Bir çok bağlama göre değişse de, evet sanırım gerçeğim." dedi. Hiç şaşırmış, garipsemiş görünmüyordu bu tuhaf hareketlerimi. Deli olduğumu düşüyordu muhtemelen. Güldüm. Mutluydum ve tüm enerjim yerine gelmişti. "Sen cidden gerçeksin!" deyip mutlulukla sarıldım ona. "Ben Miah." elimi uzattım. "Ben de bar görevlisi do bemol." diye karşılık verdi ve sonra da arka kapıyı açıp benim geldiğim yerden içeri girdi. "Hey! Bekle bir dakika!" Bu neydi şimdi?
***
Kendimi küçük daireme attığımda her tarafım ağrıyordu, değişik duygular içerisindeydim ve hiç misafirle uğraşacak havamda değildim. "Teşekkürler çocuklar." deyip kapıyı suratlarına kapadım. Beni eve Taehyun ve Min getirmişti. Min'in mavi arabasının "eskimiş koltuk" kokusu midemi ağzıma getirmişti. Tuvalete yönelirken salonda duran minik radyomu açmıştım.
“İyi akşamlar! Şuan Music City radyosundasınız. Ben Yun. İki saat boyunca size eşlik edecek olan Gaemjeong Belsoli (Duyguların melodisi) başlıyor.”
Bu programı seviyordum. Entellektüel bir yanı vardı ama buna rağmen ukalaca konular işlenmiyordu. Günlük hayatta sizi saran problemleri paylaştığınız, dert ortağınız gibi bir şeydi. Ben kusarken Gaemjong Belsoli startını almıştı bile.
“Şimdi çalacağım parçanın yeri benim için çok ayrı. Bu şarkının söylendiği ilk gün en iyi arkadaşımla tanıştım. Hala en iyi arkadaşım ve sonsuza dek öyle kalacak. TVXQ’nun Hug şarkısı şimdi sizlerle.”
Acaba arasam mı bu gece? Arayıp neden bahsedeceğim ki... Hem... şuan kusuyorum! Kusarak mı konuşacağım. "Bööğ, böğ, böğğ!" ya da kusmuk dilinden tercümesiyle "Merhaba ben Miah!". Kusmam bitince radyonun başına geçip dinlemeye başladım. Bir süre sonra, sallanan koltuğumda uyuya kalmıştım.
Hımm dayanamayıp okudum yine . Ve yorum yapmadan da gidemedim gittikçe ilginçleşmeye başladı ve bu çok eğlenceli :) Sevdiğim idollerin ne olduğunu tarif edemediğim o gay, eşcinsel fanficleriyle karşılaşmaktansa yaratıcı ve gerçekten zekice kurgulanan hikayeler çok güzel. Yaşın takip ettiğim kadarıyla çok genç ve bence bu yeteneğini daha da geliştirmelisin. Kararkterleri ve olayları çok iyi kurgulayıp aktarabildiğini düşünüyorum. Ki bunlar benim nacizane fikirlerim tabiki de :)
YanıtlaSilHoşgeldiiin ilk olarak. :D Çok, çok teşekkür ederim. Ahahahaha aslında benim de onlardan yazmışlığım yok değil hani. :P Böyle düşünmene çok sevindim nitekim iltifatına da. Benim işim felsefi denemeler, öykü, roman yazacak sabır yok ne yazık ki, bu yüzden de geliştirme işi biraz sıkıntıda sayılır. :D Yeniden iltifatların için çok teşekkür ederim!!
Silahh bir dakika benim Yongguk hakkında o fanficlerden yazan da sendin değil mi. İltifatımı geri aldım diyormuşum :P Yok cidden ben kişisel olarak hoşlanmıyorum o yazılardan ne yazık ki okuduklarımı birebir hayal etmek gibi arada başa bela olan bir özelliğim var. Ve tahmin edersin ki sonuç bu fanficlerde hiç de iyi olmuyor :D Ah sabır konusunda haklısın cidden çok emek gerektiren işler. Rica ederim umarım yazmaya devam edersin hikayelerini okumak benim için büyük zevk :)
SilBir tek blogumda bir bölümlük yayınladım ddghfsdh Sonra zaten Ilhoon ile hiç yakışmadıklarını fark ettim. :P Hem Yongguk benim adamım yahu, kimseyle shiplemem onu :D
SilBunu duyduğuma sevindim. B.a.p aman diyim yapma öle ship falan :P Ben o yazıyı okurken başta uyarıyı kaçırmışım ahh Gukkiii diye yazıya atladığım için direk asdfgh okudukça Ilhoonun duyguları işe girince bir şeyler sezdim yazıyı başa sarınca da şok oldum sonra korka korka devam ettim ama allahtan benim okduğum ilk yerde sadece kızla buluşmaya gönderdin.:D
Sileehehehehehehe :D Okumuşş muydun sen onu? Mutlu oldum şimdi *.*
Silİçinde Yongguk geçen bir Türkçe yazıyı okumamam zor ihtimal :D Seni keşfetmeden önce okumuştum ama bak aklımda yer etmişsin :) Bu arada yazının altına yazamadım hızlıca okumam gerekmişti de 2. yılın hayırlı olsun blogta umarım daha uzun zamanlar da yazarsın :D
SilEhhe :D Çok tişikkirler guk-kii! :D
Sil