19 Kasım 2013 Salı

Gaemjeong Belsoli -6.Bölüm-



-“Nasıl gidiyor?” diye sordu Jimin hevesle.
-“Harika!” diye bağırdı Hana. Ne olduğunu o da bilmiyordu ama birdenbire öylesine ilhamla dolmuştu ki son üç gündür hiç durmadan yeni şeyler üretiyordu.
-“Bu bir mucize olmalı, bir büyü…” diye mırıldandı.
                                       
                Gerçekten de her şey o kadar hızlı ilerlemişti ki çok geçmeden bütün albüm hazırdı bile. Birkaç gününü stüdyoda geçirdikten sonra albümün yayınlaması için gerekli olanlar halledilmişti. Hana için heyecan verici o gün geldiğinde eli ayağı birbirine dolaşıyordu. Ama mesai saatlerinde olduğu için albümü yayınlandığında, o sahnede gitar çalmakla meşguldü.
                Jimin ise oradan oraya koşturuyordu çünkü her zamankinin aksine bugün inanılmaz bir kalabalık vardı. Hana önce ona yardım etmeyi düşündü ama bu kadar kişi varken bir şeyler çalmamak da olmazdı. Zaten genelde yapmadığı bir şey olduğu için koşturmak Jimin’in de hoşuna gidiyordu. Kapı açılıp, Kikeun içeri girdiğinde Jimin yeni gelen bir çiftin siparişlerini almakla meşguldü.

                İçeri girdiğinde kalabalığı görünce hayret etti. O buranın sakinliğine aşık olmuştu ve şuan hiç de öyle değildi. Gerçi herkes sessizce konuşuyor, duyulan gitardan gelen melodiler oluyordu ama yine de... Boş masalardan birine ilişip insanları seyretmeye koyuldu. Onu da buraya getirmeyi ne kadar çok isterdi. Ne var ki bu imkansız görünüyordu. Fazlasıyla imkansız…
                Minyon tipli garson kızın kendisine yaklaştığını görünce arkasına yaslandı. Konuşurken dikkatle ona bakıyordu, sanki görmesi gereken çok önemli bir şey varmış gibi. Kız bunu fark edince biraz rahatsız oldu, o da hemen utanarak bakışlarını çevirdi. Yine bir kahve istedi, buraya bir şeyler yemek için gelmiyordu ki o… Sadece her zaman bulunduğu ortamlardan kaçmak için gelmişti.
                Sahnedeki kız, Joah şarkısını söylüyordu. O da bu şarkıyı çok severdi, üç ay öncesine kadar da onu inanılmaz mutlu ederdi ama şimdi sadece geçmişi hatırlatıyor ve ona acı vermekten başka bir işe yaramıyordu. Kızın sesi de o kadar etkileyiciydi ki her notada daha fazla canı yanıyordu. Yine gözleri dolmuştu işte! İki aydır sürekli ağlıyordu ve artık nefret etmişti hiç durmadan sulanan gözlerinden.
                Kapıldığı duygu seli içini dökmek istemesine neden olmuştu ve bunu yapmanın tek yolu her zamanki gibi yazmaktı. O da kalemini kağıdını çıkarıp yazmaya koyuldu. Kalem kağıdın üstünde kayıp gidiyor ama hiçbir şekilde düşüncelerinin hızına yetişemiyordu. Bileği ağrıyor, gücü tükeniyor ama içindeki sesler bir türlü susmak bilmiyordu.
                Parmakları yazamaz hale gelince bıraktı, hava kararmış, mekan boşalmaya başlamıştı. Yazdıklarını gözden geçirirken insan sayısı iyice azaldı ve onun sevdiği, o asude hale geldi. Gitar çalan kız ise yorulan sesini dinlendirmek ve aynı zamanda diğer kıza da yardım etmek için garsonluk yapıyordu. Hesabı istemek için çağırdığında çok güzel bir kız olduğunu gördü hayretle. Hem güzel hem de yetenekli bir kız nasıl olmuştu da ipini koparanın ünlü olduğu bu ülkede bir garson olarak kalmıştı?
-“Sesin çok güzel bu arada.” Dedi.
-“Teşekkür ederim.”
-“Kendi şarkılarını da söylüyor musun?” diye sordum bir anda yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Başının döndüğünü hissetti. Bu gülüş…
-“Evet ama bir şirkete bağlı olarak değil, indie müzik yapıyorum ben.” Dedi.
-“Gerçekten mi? Albümün var mı? Adı ne? Belki duymuşumdur.”
-“Sanmıyorum ama…” dedi gülümsemesinden bir şey kaybetmeden. “Daha bugün yeni bir albüm yayınladım, ismi “Autumn” bundan önceki albümümün adı ise “Wake Up” idi.
-“Gerçekten de duymamışım.” Dedi o da gülerek. “Peki adın ne?”
-“Cho Hana.” Dedi. “Ama şarkı söylerken bu ismi kullanmıyorum.”

***

(RADYO)

-“Daha önce demiştim, arkadaşımın olmadığını ve bu yüzden de kitaplara sığındığımı… Ta ki onunla tanışana kadar… O zaman dek, Into the Wild (2007) filmindeki  o repliğin benim için söylendiğini sanıyordum. ‘Aradığı dostluğu belki de sevdiği kitaplarda bularak yalnızlığın kollarında yürümek istemişti.’”

-“Nasıl oldu?”

-“İlk defa lisede karşılaştık, tamamen şans eseriydi.”

-“En derin dostluklar genelde şans eseri buluşmalardan doğarmış.” (Shichinin no Samurai 1954)

-“En azından benim için öyle olmuştu. Herkes bana bir ucubeymişim gibi davranırken o beni korudu. Kendimi onun yanındayken güvende hissederdim. Bana neden böyle bir iyilik yapıyordu bilmiyordum ama çok geçmeden hayatımdaki en çok saygı duyduğum insana dönüşüvermişti. Benden iki yaş büyüktü ama diğerlerinin aksine, sanki aramızda onlarca yaş varmış gibi hissettirirdi. Sadece ben değil herkes saygı duyardı ona, müthiş bir aurası ve insanları etki altına alan bir karizması vardı. Bazen onu kıskanmıyor değildim ama bu ona olan sevgimde en ufak bir değişme olduğu anlamına gelmezdi. O ise benim sessiz, içe dönük halimi seviyordu. ‘Sana sessiz kalma yeteneği bahşedilmiş Watson, bu da seni çok değerli bir dosta dönüştürüyor.’ Derdi. (Sherlock Holmes 2009) Ben de gülerdim, dışarıdan bakıldığında, kişilik olarak Sherlock olan benim gibi gözükse de, onun içinde yatan Holmes’u da yalnız ben biliyordum. Benden zeki olmamasına rağmen benden daha başarılı olmuştu, her zaman. En iyi arkadaşım ve en büyük rakibimdi. Onu geçmek için nasıl çırpınırdım… Ve bunu başardığımda ise bana gülümser ‘İyi iş çıkardın.’ Derdi. Bu en kötüsüydü, onun yüceliği karşısında ezilirdim.”

-“ Bu bana Oscar Wilde’in bir sözünü hatırlattı: Bir dostun üzüntüsüne acı duyabilirsin, bu kolaydır ama başarısına sempati duymak sağlam bir karakter gerektir.”

-“Hem de öylesine sağlam bir karakteri vardı ki… Grçekten inanılmaz bir insandır. Ne zaman hayat zor gelse elimden tutan kişidir o… Bir defasında ona insanların vefasızlığından dert yanmıştım. Sanki ben yadsıdığım o insanlardan çok farklıymışım gibi… ‘Gülersen bütün dünya seninle birlikte güler, ağlarsan tak başına ağlarsın.’ (Oldboy 2003) Demişti. Ve ben onun bunu söylemesine neden olan şeyi anlamak için gözlerine baktığımda saf acı görmüştüm, katıksız… O zaman fark etmiştim onun da bir insan olduğunu… Onun da her zaman gelecekten umutlu ya da hayata karşı güçlü olmadığını… Pes etmiş görünüyor, ‘Burada kendimizi mahvetmek, kalplerimizi kırmak, yanlış insanları sevmek ve ölmek için bulunuyoruz,’ (Moonstruck 1987) Diyordu. Ve ne kadar bencil olduğumu görmüştüm o gözlerde. Bir kez olsun onun yaşadıkları üzerinde düşünmemiştim. Değiştim o günden sonra ama geçmişteki beni silemezdim. Yine de zamanla onun da beni bir dert ortağı olarak görmesini sağladım. Sanki bu benim ona olan borcumu ödeme şeklim gibiydi. Bununla birlikte her zaman benden bir adım önde olmaya devam etmiştir. Ama artık bu beni mutlu ediyor çünkü yaslanabileceğim doğru insanın o olduğunu ve onun da çok sağlam olduğunu biliyorum.”

***


-“Şimdi ne yapacaksın? İşin yoksa birlikte bir kahve içelim mi?” diye sormuştu mesai bitiminde Kikeun Hana’ya. Jimin uzaktan onları izliyordu, sesleri hayal meyal da olsa ona ulaşıyordu. Hana yanına gelmiş, çıkışta bir planları olup olmadığını sormuştu.
-“Yok canım, sen keyfine bak.” Demişti Jimin de ama içten içe rahatsız olmuştu.
-“Sorun ne?” diye sordu Hana, tabi ki bir şey olduğunu anlamıştı.
-“Onunla ilk kez tanışıyorsun ve şimdi bir yere gideceksin. Bu güvenli mi?”
-“Bu kadar evhamlı olma.” Dedi Hana gülerek, Jimin’in omzuna dokunup. Sonra sekerek masaya döndü ve iyi(!) haberi Kikeun’a verdi. Beş dakika sonra çıkıp gittiler ve Jimin sadece boş boş baktı.


-“Başka neler yaparak geçiriyorsun vaktini?”
-“Kitap okumaya bayılırım.” Dedi Hana gülerek. O her güldüğünde içinden bir şeyler koptuğunu hissediyordu. Bu gülüş onun gülüşüydü. Her güldüğünda Hana, “o” oluyordu.

Bir süre bu konu üzerinde gidip geldiler, sonra başka bir konuya geçtiler, oradan oraya derken vaktin nasıl geçtiğini fark edememişlerdi bile. Ayrılmadan önce:
-“Çok farklısın.” Dedi Hana. Gerçektenden o, daha önce tanıdığı hiçbir insana benzemiyordu.
-“Sense çok özelsin.” Bir gülüşü için her şeyi feda etmeye hazırdı. Elini Hana’nın saçına doğru uzattı ve dokunmadan önce sordu:
-“Sen ‘o’ musun?” Sonra cevabı beklemeden hafifçe okşadı kızın yumuşacık saçlarını.
-“Ben Hana’yım, bir ve tek olan…” Diye cevap verdi Hana. “Peki ya sen kimsin?”
-“Adım ‘doğruluk’ ve bundan her zaman emin olabilirsin.”
-“Chung Hee.” Diye tekrar etti Hana. “Adını unutsam bile bu sözünü unutmayacağım.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder