3 Aralık 2013 Salı

Gaemjeong Belsoli -10.Bölüm-


                Gözlerini yeniden kapattı. İçinde yataktan kalkmak adına en ufak bir istek yoktu. Uzun bir düşünme sürecinin sonunda “Neden yapmak zorunda olayım ki?”  dedi. Verdiği karara uyup, Jimin’e hasta olduğuyla ilgili bir mesaj attı ve yorganı başına çekti. “Kimse beni kaldıramaz buradan.” Diye söylendi. Kimi kandırıyordu ki?
                Nitekim yarım saat sonra kendini yine gitar çalarken bulmuştu. Gerçi aklı Jimin’deydi, sürekli onu izliyordu. Öylesine dalgındı ki işe başladığından beri ilk kez siparişleri unutuyor, gelen müşterileri fark etmiyordu. Bu Hana’nın daha fazla endişelenmesinden başka bir işe yaramıyordu. Hava karardıktan bir saat sonra içeri giren kişi Hana ve Jimin’in kalbini bir saniyeliğine durdurdu. Birininki heyecan doluyken, diğerinde koyu bir endişe vardı.
               
                Jinyoung bu sefer yalnız gelmemişti. Yanında abisi vardı, o ve Jimin bir anlığına bakıştılar ve sonra hiçbir şey yokmuş, her şey normalmiş gibi Jimin ne arzu ettiklerini sordu. Abisi belki bir şeyler söyleyecekti ama Jinyoung ondan önce atlayıp:
-“Buraya sizi görmek için geldik.” Dedi. Müzik sesi bir anda kesildi, ortalığı derin ve sinir bozucu bir sessizlik kapladı.
-“Ben sadece… Lise yıllarımın nasıl geçtiğini bilmek istiyorum.” Dedi Jinyoung. “Bana o zamana ait olaylardan bahseder misiniz? Lise anılarım olarak bileceğim birkaç şey…”
Jimin sesini çıkarmadı, çoktan yanlarına gelmiş olan Hana’ya baktı.
-“Olur.” Dedi Hana. “Ama bugün değil, pazar çalışmıyoruz. O zaman olsun.”
Bu cevap en çok Jimin’i rahatlatmıştı. Derin bir nefes aldı. Jinyoung da mutlu olmuştu, daha sonra haberleşmek için Jimin’in numarasını aldıktan sonra abisiyle birlikte gitti.

                Pazara kadar defalarca bu konu üzerinde konuştular. Ne anlatmaları gerektiği konusunda bir hayli tartıştıktan sonra sonuca vardılar. Lisedeki anılarından sadece genel olanları paylaşacaklardı ama özel olarak aralarında yaşanan iyi-kötü ne varsa gizli kalacaktı. Ancak hesaba katmadıkları biri vardı.

***

                Chunghee hatanın kendisinde olduğunu biliyordu. Biliyordu bilmesine ama bu neyi değiştirirdi ki? Elinde değildi işte… Öylesine “o” oluyordu ki güldüğünde, Chunghee en ince ayrıntısına kadar iliklerinde “onu” hissediyordu. Kaçış yolu yoktu.

                Bunun getirdiği tuhaf ve sinir bozucu hareketleri yüzünden defalarca kavga etmiş ama en sonunda yine barışmışlardı. Hana bütün bunlardan çok yorulmuştu ama yine de ne olduğunu bilmediği bir şey Chunghee’den ayrılmasına engel oluyordu. Ona hala “Soomin” diye seslenmesine rağmen Hana’nın içindeki bir ses devam etmesi gerektiğini söylüyordu. Bazen bu sesi bastırıyor ve mantıklı bir neden arıyordu. O zaman en azından bunu Chunghee için yapması, yarasını sarmaya çalışması gerektiği fikri beynini işgal ediyordu. En kötüsü de bu imkansız görünüyordu.

                Ha bir de şu çocuk vardı, Kyuhan. Hana onunla ilk tanıştığı andan itibaren sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi hissediyordu. Sanki hayatında Kyuhan diye biri hep vardı. Konuştuğu, dertleştiği… Bu kısacık zamanda nasıl bu kadar yakın arkadaş olabildiklerine hayret ediyordu Hana. Ve ilginçtir, Kyuhan ona hiç çekinmeden, hem kendine hem de Chunghee’ye ait ne varsa anlatıyordu. İşte bu gerçekten onu şaşkınlıklık  içerisinde bırakıyordu. Daha yeni tanıştığınız birine ne kadarını anlatırdınız ki? Ama Kyuhan her şeyi anlatıyor ve… Ondan bir şey bekliyordu. Tam olarak bir… Tavsiye. Evet, kulağa şaka gibi geliyordu ama bunu başka türlü adlandıramıyordu. Ve Kyuhan’daki zekayı düşündüğünde Hana onun gibi birinin kendisinden ne diye direktif beklediğini anlayamıyordu. Ama beklenen buysa Hana her zamanki gibi görevini yerine getirecekti.

                Sonra bir gün Hana gördü ki farkında olmadan o da Kyuhan’a anlatmaya başlamıştı. Öyle basit, günlük şeyler de değildi anlattıkları, kendi hayatına ait en çarpıcı anılardı. Radyosunu arayanların neden aradığını ve içini döktüğünü işte o zaman anladı. Tanımadığı birine anlatmak çok daha kolay geliyordu insana. Hayatında seni etkilemeyecek, uzakta olan birine… Ama öyle bir zaman geldi ki Kyuhan, onu etkilememek bir yana hayatının merkezinde duruyordu.



***

(RADYO)

-“Çok uzun zamandır aramıyordun. Endişelenmeye başlamıştım.”
-“Anlatacak başka birini buldum diyelim.”
-“Ah bu harika… Ama benim yerimi kapmış olmalarına üzüldüm.”
-“Hmm… Pek de öyle sayılmaz.”
-“Peki nasıl gidiyor?”
-“Bahsettiğim bir kişi vardı ya… İşte o… Çok sık görüşüyoruz. Gerçi sadece arkadaşız ama şimdilik bu bana yetiyor. Genelde fazla zamanımız olmuyor ama paylaştığımız şeylerin ağırlığını hissedebiliyorum.”
-“Bu gerçekten muhteşem Jocha-sshi! Ne kadar sevindiğimi anlatamam.”
-“Dahası… Onun yanında mutlu oluyorum. Kelimenin tam anlamıyla “mutlu”. Ama…”
-“Ama? Ah her zaman bir sorun vardır.”
-“İkimizin de çok iyi bildiği bir şey var ki ne konuşmuş, ne yaşamış ve ne hissetmiş olursak olalım aramızda bir mesafe var. Olmak zorunda olan bir mesafe.”
-“Hiçbir yolu yok değil mi?”
-“Olsaydı çoktan denemiş olmaz mıydım?”
-“Peki ne yapacaksın?”
-“Bekleyeceğim. Fark etmesini… Ama eğer beni duyabilseydi ona şunu söylemek isterdim: Sandığın gibi değil... Parmak izlerin, dokunduğun hayatlardan kaybolmuyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder