Gözlerini
yeniden kapattı. İçinde yataktan kalkmak adına en ufak bir istek yoktu. Uzun
bir düşünme sürecinin sonunda “Neden
yapmak zorunda olayım ki?” dedi.
Verdiği karara uyup, Jimin’e hasta olduğuyla ilgili bir mesaj attı ve yorganı
başına çekti. “Kimse beni kaldıramaz
buradan.” Diye söylendi. Kimi kandırıyordu ki?
Nitekim
yarım saat sonra kendini yine gitar çalarken bulmuştu. Gerçi aklı Jimin’deydi,
sürekli onu izliyordu. Öylesine dalgındı ki işe başladığından beri ilk kez
siparişleri unutuyor, gelen müşterileri fark etmiyordu. Bu Hana’nın daha fazla
endişelenmesinden başka bir işe yaramıyordu. Hava karardıktan bir saat sonra
içeri giren kişi Hana ve Jimin’in kalbini bir saniyeliğine durdurdu. Birininki
heyecan doluyken, diğerinde koyu bir endişe vardı.
Jinyoung
bu sefer yalnız gelmemişti. Yanında abisi vardı, o ve Jimin bir anlığına
bakıştılar ve sonra hiçbir şey yokmuş, her şey normalmiş gibi Jimin ne arzu
ettiklerini sordu. Abisi belki bir şeyler söyleyecekti ama Jinyoung ondan önce
atlayıp:
-“Buraya sizi görmek için geldik.” Dedi. Müzik sesi bir
anda kesildi, ortalığı derin ve sinir bozucu bir sessizlik kapladı.
-“Ben sadece… Lise yıllarımın nasıl geçtiğini bilmek
istiyorum.” Dedi Jinyoung. “Bana o zamana ait olaylardan bahseder misiniz? Lise
anılarım olarak bileceğim birkaç şey…”
Jimin sesini çıkarmadı, çoktan yanlarına gelmiş olan
Hana’ya baktı.
-“Olur.” Dedi Hana. “Ama bugün değil, pazar çalışmıyoruz.
O zaman olsun.”
Bu cevap en çok Jimin’i rahatlatmıştı. Derin bir nefes
aldı. Jinyoung da mutlu olmuştu, daha sonra haberleşmek için Jimin’in
numarasını aldıktan sonra abisiyle birlikte gitti.
Pazara
kadar defalarca bu konu üzerinde konuştular. Ne anlatmaları gerektiği konusunda
bir hayli tartıştıktan sonra sonuca vardılar. Lisedeki anılarından sadece genel
olanları paylaşacaklardı ama özel olarak aralarında yaşanan iyi-kötü ne varsa
gizli kalacaktı. Ancak hesaba katmadıkları biri vardı.
***
Chunghee
hatanın kendisinde olduğunu biliyordu. Biliyordu bilmesine ama bu neyi
değiştirirdi ki? Elinde değildi işte… Öylesine “o” oluyordu ki güldüğünde,
Chunghee en ince ayrıntısına kadar iliklerinde “onu” hissediyordu. Kaçış yolu yoktu.
Bunun
getirdiği tuhaf ve sinir bozucu hareketleri yüzünden defalarca kavga etmiş ama
en sonunda yine barışmışlardı. Hana bütün bunlardan çok yorulmuştu ama yine de ne
olduğunu bilmediği bir şey Chunghee’den ayrılmasına engel oluyordu. Ona hala “Soomin”
diye seslenmesine rağmen Hana’nın içindeki bir ses devam etmesi gerektiğini
söylüyordu. Bazen bu sesi bastırıyor ve mantıklı bir neden arıyordu. O zaman en
azından bunu Chunghee için yapması, yarasını sarmaya çalışması gerektiği fikri
beynini işgal ediyordu. En kötüsü de bu imkansız görünüyordu.
Ha
bir de şu çocuk vardı, Kyuhan. Hana onunla ilk tanıştığı andan itibaren sanki
yıllardır tanışıyorlarmış gibi hissediyordu. Sanki hayatında Kyuhan diye biri
hep vardı. Konuştuğu, dertleştiği… Bu kısacık zamanda nasıl bu kadar yakın
arkadaş olabildiklerine hayret ediyordu Hana. Ve ilginçtir, Kyuhan ona hiç
çekinmeden, hem kendine hem de Chunghee’ye ait ne varsa anlatıyordu. İşte bu
gerçekten onu şaşkınlıklık içerisinde
bırakıyordu. Daha yeni tanıştığınız birine ne kadarını anlatırdınız ki? Ama
Kyuhan her şeyi anlatıyor ve… Ondan bir şey bekliyordu. Tam olarak bir… Tavsiye.
Evet, kulağa şaka gibi geliyordu ama bunu başka türlü adlandıramıyordu. Ve Kyuhan’daki
zekayı düşündüğünde Hana onun gibi birinin kendisinden ne diye direktif
beklediğini anlayamıyordu. Ama beklenen buysa Hana her zamanki gibi görevini yerine
getirecekti.
Sonra
bir gün Hana gördü ki farkında olmadan o da Kyuhan’a anlatmaya başlamıştı. Öyle
basit, günlük şeyler de değildi anlattıkları, kendi hayatına ait en çarpıcı
anılardı. Radyosunu arayanların neden aradığını ve içini döktüğünü işte o zaman
anladı. Tanımadığı birine anlatmak çok daha kolay geliyordu insana. Hayatında
seni etkilemeyecek, uzakta olan birine… Ama öyle bir zaman geldi ki Kyuhan, onu
etkilememek bir yana hayatının merkezinde duruyordu.
***
(RADYO)
-“Çok uzun zamandır aramıyordun. Endişelenmeye
başlamıştım.”
-“Anlatacak başka birini buldum diyelim.”
-“Ah bu harika… Ama benim yerimi kapmış olmalarına
üzüldüm.”
-“Hmm… Pek de öyle sayılmaz.”
-“Peki nasıl gidiyor?”
-“Bahsettiğim bir kişi vardı ya… İşte o… Çok sık
görüşüyoruz. Gerçi sadece arkadaşız ama şimdilik bu bana yetiyor. Genelde fazla
zamanımız olmuyor ama paylaştığımız şeylerin ağırlığını hissedebiliyorum.”
-“Bu gerçekten muhteşem Jocha-sshi! Ne kadar sevindiğimi
anlatamam.”
-“Dahası… Onun yanında mutlu oluyorum. Kelimenin tam
anlamıyla “mutlu”. Ama…”
-“Ama? Ah her zaman bir sorun vardır.”
-“İkimizin de çok iyi bildiği bir şey var ki ne konuşmuş,
ne yaşamış ve ne hissetmiş olursak olalım aramızda bir mesafe var. Olmak
zorunda olan bir mesafe.”
-“Hiçbir yolu yok değil mi?”
-“Olsaydı çoktan denemiş olmaz mıydım?”
-“Peki ne yapacaksın?”
-“Bekleyeceğim. Fark etmesini… Ama eğer beni duyabilseydi
ona şunu söylemek isterdim: Sandığın gibi değil... Parmak izlerin, dokunduğun hayatlardan kaybolmuyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder