-“Watson, bu da Cho Hana. Bir indie sanatçısı ve Music
City’de radyo programcısı.”
-“Ama iki
işimde de popüler değilim. Büyük ihtimalle ilk kez duyuyorsundur.” Diye ekledi
Hana.
-“Ah…” dedi Kyuhan, daha çok inlemeye benzer bir sesle.
“Gerçekten de duymamıştım.”
***
Jimin’in bu yerde görmeyi
beklediği en son kişiydi o genç. Üstüne üstlük bir de onları görmezden geldi.
En ortadaki masaya oturdu. Kimin için, ne için geldiği belirsizdi. Jimin bunu
yapmak zorunda olduğunu biliyor ama kesinlikle yapmak istemiyordu. En sonunda
pes etti.
-“Hoşgeldiniz. Ne arzu edersiniz?”
-“Ben mi? Bir kahve alayım lütfen…” dedi Jimin’in yüzüne
bakarak. Ama başka hiçbir ifade belirmedi yüzünde. Sanki gerçekten de ilk kez
karşılaşıyorlardı.
-“Hemen getiriyorum.” Dedi Jimin. “Kahveye takmışlar…” diye söylendi içinden. Mutfağa giderken Hana’ya
müşteriyi işaret etti. Hana öylesine şaşırdı ki doğru görüp görmediğinden emin
olmak için uzun süre baktı.
-“Ne işi var burada?” diye fısıldadı. Jimin omuz silkip
yürümeye devam etti. Hana da az önce müşterilerden birinin istediği “Lie LieLie” şarkısını söylemeye başladı.
***
(RADYO)
-“Haklıydın. İlk
adımı atan ben olmalıydım.”
-“Geldi demek… Ama
dur… Ya hayal kırıklığı”
-“İşin en kötü
tarafı da bu...
Hayallerimden de
öte birisiydi.”
***
-“Ne zamana kadar daha orada oturup, bizi yok saymaya
devam edecek? Sinirimi bozuyor.”
-“Sen de onu görmezden gelsene Jimin, bunu hak ediyor.”
Jimin hiçbir şey söylemeden Hana’ya baktı. Bunun mümkün
olmadığını Hana da biliyordu ama verecek daha iyi bir tavsiyesi yoktu. Memory şarkısını çalmaya başladı. Genç kahvesini bitirdikten sonra da oturmaya devam
etti. Jimin en sonunda dayanamayıp yanına gitti:
-“Artık gidebilirsin.” Dedi duygusuz bir sesle. Genç ona
şaşkınlıkla baktı:
-“Anlamadım.”
-“Burada öylece oturmana tahammül edemiyorum Jiyoung,
duymak istediğin şey bu idiyse duydun ve artık gidebilirsin.”
-“Ne-neden bahsediyorsunuz? Adımı nereden biliyorsunuz?”
diye sordu Jiyoung hayret içinde. Jimin ona dikkatlice baktı.
-“Benimle dalga mı geçiyorsun?”
-“Hayır hayır, gerçekten sizi tanımıyorum. Beni tanıyor
musunuz?”
-“Jiyoung? Beni tanımıyor musun?” Jimin ne diyeceğini
bilemiyordu.
-“Şey, özür dilerim. Bende amnezi var,
dissosiyatif.” Dedi Jiyoung. Jimin’in
anlamadığını görünce açıkladı. “Bundan iki yıl önce bir travma geçirdim. Bu
nedenle de beynim kendini bloke etti. Şimdi hayatımdan 5 yıl kayıp, bir şey
hatırlamıyorum o döneme ait.”
Jimin
gözlerinin karardığını hissetti. Bayılmadan önce hatırladığı son şeyler
Hana’nın çığlığı ve Jiyoung’un onu
tutmak için uzanan elleriydi.
Uyandığında
köşedeki büyük masanın üstünde yatar halde buldu kendini. Hana uyandığını
görünce ayağa fırladı:
-“İyi misin?”
-“Evet.” Dedi Jimin, doğruldu. “Jiyoung nerede?”
-“Gönderdim onu. Önce biz konuşalım istedim.” Jimin
hararetle tuttu Hana’nın ellerini:
-“Amnezi olmuş Hana, hiçbir şey hatırlamıyormuş! Beni
bile unutmuş!”
-“Biliyorum, konuştuk.”
-“Ne anlattın ona?”
-“Sadece lise arkadaşı olduğumuzu.”
-“inandı mı?”
-“Sırf bu yüzden mi bayıldığını sordu, senin çok duygusal
biri olduğunu söyledim ben de. Eh yalan da sayılmaz hani…” dedi Hana
gülümseyerek. Jimin de güldü önce, sonra ciddileşti:
-“Doğru söylüyor yani? Gerçekten unutmuş her şeyi?”
-“Evet. Hayatından beş yılı hatırlamamak. Korkunç bir şey.”
-“Ne travması geçirmiş peki?”
-“…”
-“Hana… Cevap versene...”
-“Babası… Trafik kazasında ölmüş.”
Sessizlik.
Sessizlik.
-“Ne yapacağım?”
-“Ne demek ne yapacağım? Neden bir şey yapman gereksin
ki?” dedi Hana önce.
Sonra birden… Anladı.
Onu hala seviyordu.
***
(RADYO)
-“Ne yapacağını
düşünüyorsun?”
-“Bilmiyorum… Her
ne kadar yanımda gibi dursa da artık o ulaşabileceğimden çok daha uzaklarda.
Eskiden onun dünyanın öbür ucunda olduğunu düşünürdüm ama şimdi başka bir
gezegende.”
-“Mesafeleri
gözünde büyütüyorsun. Ulaşamayacağın bir yerde değil.”
-“Ona nasıl
ulaşabilirim ki?”
-“ ‘Gülme
iki insan arasındaki en kısa mesafedir.’ Der Victor Borge.”
-“Keşke her şey bu
kadar kolay olsaydı.”
-“Senin aradığın
kişi senden önce yanına gelmiş, yine de nasıl bu kadar umutsuz olabilirsin?”
-“Hiç anlamıyorsun
değil mi? Başkasını seviyor.”
-“…”
-“Susuyorsun.”
-“Sen onu tanımadan
önce mi olmuş?”
-“Hayır, henüz iki
hafta. Oysa ben neredeyse bir yıldır biliyorum onu.”
-“Neden bu kadar
bekledin peki? Senin bir yılda yapamadığını iki haftada yapmış başkası… Nasıl
olur bu? Neden bu kadar bekledin?”
-“Haklısın. Çok
bekledim. Farkına varamadım. Onu uzaklarda aradım. Akıl edemedim. Bana el
uzattı defalarca ama bir türlü uzanıp tutamadım.”
-“Sen konuştukça
Shakespare’ın sözlerini hatırlıyorum.”
Bazen bir çocuk bakar gözlerinin içine.
Arkan dönüktür, göremezsin...
Bazen güneş kucağındadır. Orada olduğunu
bilemezsin...
Bazen yıldızları süpürürsün eteklerinle.
Telaşlısındır, farkına varamazsın...
Bazen bir orkestra kurulur içinde. Başka
sesleri duyar, onu duyamazsın...
Bazen mutluluk gelip konar kirpiğine. Sen,
onu hep uzaklarda ararsın...
Bazen bir sandık hazine durur başucunda.
Akıl edip, kapağı aralamazsın...
Bazen hayatının fırsatı geçer önünden. Tehir
eder, yakalamazsın...
Bazen kutsal bir el uzanır sana göklerden.
Meşgulsündür, uzanıp tutmazsın...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder