Chunghee her zaman duygusal biri olmuştu.
Genelde –ondan önce demek daha
doğru olurdu-bunu pek belli etmezdi ama hislerine ve sezgilere göre karar
verip, duygularını doruklarında yaşayan biriydi. Bundan hiçbir zaman utanmamıştı
da…
Onu ilk gördüğünde parktaydı,
yanında 3-4 yaşlarında bir çocuk vardı. Küçük çocukla birlikte koşuyor, oynuyor
ve gülüyordu. Chunghee onu ne kadar izlemişti bilmiyordu ama etkilenmesi için
bu süre yeterliydi. Uzun, kahverengi saçları o hareket ettikçe dalgalanıyor,
rüzgar uçuşan zülüflerindeki bahar kokusunu Chunghee’nin burnuna taşıyordu.
Üzerinde kırmızı bir ceket, ince boynunda beyaz bir atkı vardı. O günü asla
unutamayacaktı.
Chunghee’nin gayretleri
sayesinde her şey hızlı bir şekilde gelişmiş ve yıllar süren bir birliktelikleri
olmuştu Soomin ile. Her insanın özeneceği, imreneceği türden bir ilişki. Pek
çok kez kavga edip ayrılmışlardı ama her defasında dönüşleri bir öncekinden
güçlü olmuştu. Öylesine bağlıydılar ki birbirlerine onları tanıyan herkes
“sonsuza dek” birlikte olmaya devam edeceklerinden emindi. Buna Chunghee de
dahildi.
Birlikte ağlayarak, mutlu
olarak, tartışarak ve severek geçirdikleri tam sekiz koca yılın ardından sanki
bütün o hatıralar hiç yaşanmamış gibi sona ermişti. Öylesine sessiz ve acı
verici bir ayrılıktı ki buna dayanamayacağını, öleceğini sanmıştı.
-“Gitme.” Demek istemişti. “Dur. Gitme.”
-“Beni bırakma ne olursun… Sen her şeyimsin benim… Seni
kaybedersem yaşayamam. Şu koca adam halimle durmadan ağlarım, yakışır mı bana?
Gitme ne olur… Hani hiç ayrılmayacaktık, hani çok seviyorduk birbirimizi?
Soranlara seni anlatırken gözlerimin dolmasını istemiyorum. Bunca zaman sonra “gitti.” Demek istemiyorum,
anlıyor musun? Ya yolda karşılaşırsak bir gün ve ben yüzümü çevirmek zorunda
kalırsam sen erkek arkadaşına mahçup olma diye? Ya… Ya tanımazsan beni? Ya bir
de çocukların olursa yanında? Tam istediğin gibi… Bir kız bir oğlan… Hayır
hayır, kötü bir şaka bu değil mi? Şimdi boynuma atlayıp sıkı sıkı sarılacak ve
“Şakaydı.” Diyeceksin. Sonra ben de kızacağım sana beni böylesine korkuttuğun
için… Ya da kötü bir rüya mı? Ben sensiz ne yaparım hiç düşünmüyor musun?
Nereye gidiyorsun? Kim korur seni ben yokken? Çok üşürsün sen, kime derim “Bu
kıza iyi bak, sıkı sarıl, üşümesin.” Diye… Ne olur… Gitme.”
Ama tek kelime etmemişti. Nefesini bile tutmuştu.
-“Neden susuyorsun? Konuşsana… Susma, bir şey söyle…
Biraz olsun yardım et. Tek başıma üstesinden gelemiyorum ben bu aşkın. Sen
sustukça yalnızlık çöktü üstüme… Konuş ne olursun… Gitme desene bana. Yoksa
istiyor musun gitmemi? Ama ben sensiz yapamam ki… Çok mu istiyorum sanıyorsun
sevdiğim adamı bırakıp gitmeyi? Ben gitmeden önce sen gitmedin mi aslında? Ama
ben bitiriyorum şimdi. Gitme desen, dur desen ben yine kalırım biliyorum. Çok
seviyorum çünkü. Hadi son bir şans ver bize… Dur de bana, lanet olsun de, bir
şey de… Yeter ki susma böyle… Git desen bile kalırım ama sadece susma…”
Demek istemiş ama çıtı çıkmamıştı Soomin’in de.
Bu derin sessizliğin ardından söylediği tek şey “Hoşça
kal.” Olmuştu.
Kapının eşiğinde son bir defa…
Son bir defa yalvaran gözlerle yıllarını harcadığı adam
bakmıştı.
Chunghee tek kelime etmemişti.
Ve Soomin…
Gitmişti.
***
(RADYO)
-“Neden bu kadar uzak sanki bana mutluluk? Neden bir türlü ulaşamıyorum ona? Çevremdeki insanlar da
acı çekiyor. Herkes... Ve içimde hep bir boşluk… Neyle, nasıl dolduracağım onu?
Nasıl mutlu olacağım? En acısı da ne biliyor musun? Mutlu olabilecekken
olamamak…”
-“Hatırlıyor musunuz bayım, size duygularınızın hepsini doruğunda yaşamayı tavsiye etmiştim. Öyle görünüyor ki dinlememişsiniz beni… Aşık olmamışsınız mesela. Daha da genellemek gerekirse mutlu etmemişsiniz insanları. Dünyanın en mutlusu mutluluğu başkalarına verendir çünkü.”
-“Bilemiyorum… Gerçekten öyle mi oluyor emin değilim… Başka insanların mutluluğu için çabalarken kendi benliğimden oluyuorum. Zaten bu dünyada ne zaman bir mutluluk parıltısı bulsam her zaman biri çıkıyor ve bunu mahvediyor.”
-“ Başkalarını mutlu etmek için değişmene gerek yok, sen olduğun sürece gerçek anlamda ve uzun süreli mutlu edebilirsin insanları. Ama sevgi her zaman ve her şeye rağmen mutlu eder insanı. Sevdikçe ve sevildikçe mutlu olursun. Eğer bir kişi milyonlarca yıldızda bulunan bir çiçeği seviyorsa, o yıldızlara baktığında mutlu olmasına yeter bu.” (Antoine de Saint Exupery)
***
Dünyasını ilk sarsışı işte o
gülümseyişiyle olmuştu. Öylesine “o” oluyordu ki… Hana her güldüğünde Soomin’i
görüyordu karşısında. Onunla konuştukça içinde bir şeyler kıpır kıpır olduğunu
hissetmişti. Tam iki aydır ağlamaktan harap olmuştu ve şimdi yaralarını saracak
kişi karşısındaydı. En azından Chunghee öyle olmasını umuyordu. Hana’nın ona
her şeyi unutturmasını…
Chunghee
ise Hana’nın tanıdığı bütün erkeklerden ve hatta bütün insanlardan
farklıydı. Duygularını doruklarında
yaşayan ve bununla gurur duyan bir insan. Aynı Hana’nın kendisi gibi. Onunla
birlikteyken zaman farklı geçiyordu, daha önce birlikte olduğu kimseye
benzemiyordu Chunghee. Öylesine bir güven duygusu veriyordu ki insana Hana her
şeyini onun ellerine bırakmaya hazırdı. Ama bazen de… Bazen de korkuyordu Hana. Çok korkuyordu.
Chunghee’nin
sürekli ondan bir beklentisi oluyordu. Farklı sorular soruyor, istediği cevabı
alamadığında yüzündeki hayal kırıklığı net bir şekilde okunabiliyordu. Ya da onu
bir yerlere –belli ki anlamı olan yerlerdi- götürdüğünde izlenimlerinin farklı olmasını
kabullenemiyordu. Yavaş yavaş daha iyi anlıyordu ki Hana, Chunghee onu Hana
olarak değil de başka biri olarak görüyordu. Ve onun böyle bir şeye
anlayışı yoktu. İstese de olamazdı.
-“Ben o değilim.” Dedi Hana aniden.
Sessizlik.
-“Sürekli yerine koymaya çalıştığın kişi değilim. Ben
farklı biriyim.”
Sessizlik.
-“Beni bir kalıp içine koymaya çalışıp duruyorsun ama ben
o değilim. Bana oymuşum gibi davranmayı kes. Hana olarak sevmiyorsan beni
bitsin bu iş. İşte seninle bu kadar açık ve net konuşuyorum. Olmadığım biri
yapmaya çalışıyorsun beni ve buna dayanamıyorum.”
Cevap vermemişti, verememişti
Chunghee. Bu anı daha önce hatırlıyordu.
Hana onun cevap vermediğini
görünce düşünmesi için onu yalnız bırakmaya karar verdi. Usulca kalktı
sandalyesinden, kapıya geldiğinde bir kez daha baktı.
Chunghee ani bir haraketle
kolunu tuttu, bu kez izin vermeyecekti.
-“Gitme.” Dedi Chunghee. “Dur. Gitme.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder