Hana elindeki gitarla o kadar uğraşmıştı ki Jimin en
sonunda dayanamayıp elinden alıverdi.
-“Ben gidince yaparsın.” Dedi.
-“Ama anlamıyorsun.” Dedi Hana. “İlham perim sensin
benim.”
-“Bunu biliyorum güzelim ama ilham perin çok sıkıldı.
Hadi dışarı çıkalım.”
-“Dışarıda ne yapacağız?”
-“Parka gidelim.” Dedi Jimin gülerek. “Sallanmak da ilham
verir.”
-“Ah Jimin Jimin…” dedi mutluluk patlaması yaşayan Hana.
“Neden Jimin’sin sen?”
-“Yine saçmalayacaksan Hana, ben gidiyorum.”
-“Tamam tamam. Sen de hemen kızma ama.”
-“Üzgünüm… Sen bana bakma.” Dedi Jimin. “Bu aralar çok
gerginim.”
-“Neden?”
-“Mağazada işler iyi gitmiyor. Patron birinin işten
çıkarılabileceğini söyledi.”
Hana bir an ne diyeceğini bilemedi.
-“Komik bir kızsın, Gaemjeong Belsoli’yi birlikte
sunabiliriz.” Dedi neden sonra Hana.
-“Yapma Hana…” dedi gülerek Jimin. “Sanki oradan çok
kazanıyorsun da.”
-“Sen gelirsen reytingler artar zaten.”
-“Tabi ki. Muhteşem(!) sesimle bir şarkı patlatırım,
gerisi zaten gelir.”
Hana gülümseyerek Jimin’in omzuna uzandı.
-“Eğer öyle bir şey olursa mutlaka bir çözüm yolu buluruz
Jimin.” Dedi. “Mutlaka buluruz.”
Daha sonra Hana’nın satmayan
indie albümlerinden ve radyo programının yerlerde sürünen reytinglerinden
bahsettiler.
-“Eğer bu işler biraz daha iyi gitseydi,” dedi Hana,
“Modellik yapmak zorunda kalmazdım.”
-“Ama böylece pek çok ünlünün de geldiği defilelere
çağırılıyorsun.”
-“O kadar çok ünlü var ki yolda yürürken bile birkaç
tanesiyle karşılaşıyorsun zaten. O kadar sıkıcı ve yorucu bir iş ki… İnsanın
modellikten zevk alması nasıl mümkün olabilir?”
-“Senin şarkıların gerçekten çok güzel, neden popüler
değilsin anlamıyorum. Saçma sapan şarkıları olup da ünlü olan pek çok grup
var.”
-“Boş ver gitsin, zaten yakında modellik yapmayı da
bırakacağım.”
-“Ne? Nasıl yani? Ne yapacaksın?”
-“Bir teklif var, kabul etmeyi düşünüyorum. Ufak ama
nezih bir yer… Orada çalışmaya başlayacağım.”
-“Ne olarak?”
-“Şarkı söyleyeceğim. Küçük bir sahne, gitar ve ben. Bu
kadar.”
-“Şey… İyi bir yer olduğundan eminsin değil mi?”
-“Tabi ki eminim, haftaya başlıyorum. İş çıkışında sen de
gel, kendi gözlerinle gör.”
***
-“Ona biraz zaman tanı.” Dedi karşısında oturup, onu
anladığını iddia eden arkadaşı.
-“İki yıl oldu.” Dedi Eunhee. “Daha ne kadar
beklemeliyim?”
-“Ya o senin için doğru kişi değilse?”
-“Bunun önemi yok.”
-“Nasıl olmaz?”
-“Kime göre doğru? Neye göre? Bence “doğru kişi” sadece
insanların uydurduğu bir şey.”
-“Diyelim öyle… Ondan daha iyisi yok mu?”
-“Muhakkak vardır. Ama ben onu istiyorum.”
-“Neden onda ısrar ediyorsun?”
-“Onu seviyorum.”
-“Peki ya o? O seni seviyor mu?”
-“O…” dedi Eunhee. “Çok farklı biri… Bütün duygularını
içinde yaşar. Sevse de bunu belli etmez. Ki bana kalırsa o, kendinden başka hiç
kimseyi sevmez.”
***
“İyi akşamlar! Şuan Music City radyosundasınız. Ben
Yun. İki saat boyunca size eşlik edecek olan Gaemjeong Belsoli (Duyguların
Melodisi) başlıyor.”
-“Başlıyoruz!” diye bağırdı Kyuhan. Fırçayı eline aldı ve
ilk şarkının ilk notasıyla birlikte boyayı tuvalle buluşturdu. Radyoda Kim Ye
Lim’in Colorful’ı çalıyordu.
“Bugünkü konumuzu
siz belirlemek ister misiniz? Hadi, hangi konuda konuşmak istiyorsanız bizi
arayın, ne istiyorsanız onu konuşalım.”
-“Ne konuşmak istiyorum?” diye sordu kendine Kyuhan.
“Şuan nasıl daha iyi resim yapabilirim onu bilmek istiyorum.” Dedi gülerek
sonra. “Olumlu duygulardan konuşalım, canlı renkler kullanıyorum çünkü. Umut
etmekten mesela…” Bu düşünce çok hoşuna gitti. Ani bir hareketle elindekileri
masanın üzerine bırakıp telefonu eline aldı.
-“Merhaba! Hoş
geldiniz bayım.”
-“Merhaba, yine
ben.”
-“Ne söylemek
istersiniz?”
-“Ben umut hakkında
konuşmak istiyorum. Bu aralar pek çok şey için umudum var. Gerçekten mutlu
olabileceğime inanmaya başladım. Her şeye rağmen…”
-“ Kimsenin ne
kendisi ne de hayatı mükemmel değildir. Ancak şöyle bir iyiyle kötüyü teraziye
koyduğumuzda apaçık görürüz ki her zaman iyi olan şeyler daha çoktur. Hayat dardır,
doğru ama umut da geniş, der Goethe. Fakat önemli olan bunu fark edebilmek öyle
değil mi? O zaman umut etmek her zamankinden daha kolay olur. Umut iyi bir şeydir, belki de en iyisi. Ve
iyi şeyler asla ölmez.” (The Shawshank Redemption 1994)
-“Ben pek çok kötü
şey yaşadım. Hepsinden kötüsü annesiz büyüdüm ve kardeşlerim beni sevmezdi, hiç
arkadaşım da yoktu. Hep acılarıma odaklandım ve bu her şeyin daha da kötü
olmasına neden oldu. Her zaman karamsardım. Çoğu zaman hiçbir şeyin iyi
olmayacağını düşünüp durdum. Ama sonra… Bir akşam yine sizi dinlerken hayatımı
gözden geçirdim. Geçmiş… Yine anılarda hep acılar vardı. Stanwick’in dediği
gibi hep geçmişi yaşadığım için çöktüm.
Ancak durup iyi olan ne vardı
diye düşündüğümde aklıma çok daha fazlası geldi. Zekâm ve resim yeteneğim bana
verilmiş özel şeylerdi. Çok iyi bir kariyer yaptım. Ayrıca annem olmasa da
babam her zaman bana karşı çok iyi olmuştur, her şeyimle ilgilenmiştir. Hiç
sağlık sıkıntısı da çekmedim, maddi açıdan sorun yaşamadım. Kimse tarafından
terk edilmedim. Sevdiklerim elimden kayıp giderken sadece seyirci kaldığım da
olmadı. Hep ne istiyorsam onu yaptım.
Bütün bunları düşününce kendi
kendimi ümitsizliğe ittiğimi fark ettim. Tek yaptığım buydu. Mutlu olmak için
dar kalıplara aldırmadan yine ne istiyorsam onu yapmalıydım, bu sorunun başka cevabı
yoktu ve önümde herhangi bir engel de… Şimdi durup, pencereden dışarı bakıyorum
ve her şey için teşekkür ediyorum. Ne yapmak istediğim ya da kim olmak
istediğim sadece benim elimde. Yani mutlu olmak da öyle… Ve ben artık bunu yapabileceğimi
inanıyorum. Umut ediyorum. Çünkü
korktukça tutsak, umut ettikçe özgürsün.” (The Shawshank Redemption 1994)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder