11 Aralık 2013 Çarşamba

Day'n Night (Tek Bölüm)

Sevimli çocuklar yahu ^^
Not: Bu hikayenin ana senaryosu Tasty’nin “Day’n Night” klibine ait. Bu yüzden hikayenin adını başka bir şey koymak istemedim. Bu benim klipten yola çıkarak yazdığım ilk hikaye. Daryong ve Soryong ikizlerin gerçek isimleri. Daeryeong'un ismi uzun geliyordu, iki harf attım Daryong yaptım :D Hikaye Soryong tarafından anlatılıyor. Klipte biraz geri planda kalması anlatıcı olarak onu seçmeme neden oldu.
                Tek bölüm olduğu için üslup pek parlak olmadı bence. Genelde Çehov tarzı yazmayı tercih ederim ama bu biraz Maupassant oldu. Her neyse,  umarım seversiniz.^^



GÜN VE GECE




“Bazılarına göre aşk anlaşılmaz biçimde gelip geçicidir. 
Bazılarına göreyse aşk kayıptır. Ama aşk bulunabilir. 
O gece için olsa bile.”
-The Holiday 2006-



Birinci gün.
İkinci gün.
Altıncı gün. 
Üçüncü hafta.
Sekizinci ay.

Sadece o değildi bekleyen, ben de yolunu gözlüyordum. Elbette eninde sonunda dönecekti, aradığı sevgiyi başka nerede bulabilirdi? Sözde abimin sıcak kucağına geri geleceği en başından beri belliydi. Bizim beklemediğimiz şey dönenin eski Jina olmayışıydı.

Umursamaz  görünmek ikisi için de çok önemliydi. Gerçekler apaçık ortadayken onlardaki bu tavırları davranış bozukluğuna yoruyordum ben. Ama Jina ne yaparsa yapsın, Daryong’a olan zaafı aynıydı. Hoşuna gitsin veya gitmesin, ona delicesine bağlıydı. Defalarca terk etmişti ama her defasında dönüşü bir öncekinden güçlü olmuştu. Ne var ki en sonuncusu farklı olmuştu, en kötü ve en uzun süreli ayrılıktı ikisi için de. Bu zaman zarfında sadece Jina değil, ikisi de değişmişti aslında. Yerinde sayan tek kişi bendim. Her zamanki gibi.

                Aslında Daryong benim ikizim, benden sadece beş dakika önce doğmuş. Ama bu onun abi gibi davranması için yeterliydi. Eskiden abi olmak sevmek ve korumak anlamına gelirdi. Ve her şey yolunda giderdi. Ama liseden beri bunu ona verilen emir hakkıymış gibi kullanıyor. Ben ise onun kardeşiyim, kölesi değil. Nedenler değişse de sürekli aynı şekilde kavga ediyoruz. Bütün bunların, yani onu değiştirip böyle biri olmasının suçlusu Jina. İkimiz de hatta üçümüz de bunu iyi biliyoruz, o ne zaman Daryong’un dolayısıyla benim de hayatıma girdi, o zaman her şey mahvoldu.

             
Ben sessiz sakin, içine kapanık, çekingen, sevimli olandım. Daryong karizmatik ve doğuştan lider olandı. Belki gerçekten öyleydik belki de toplumun bizi şekillendirmesine izin vermiştik. Ne fark eder! Artık değişemeyecek kadar büyümüştük. Daha doğrusu ben öyle sanmıştım.

 Daryong önceden daha anlayışlı biriydi. Ama her zaman biraz fazla hareketli olmuş ve zaman zaman başına bela açmıştı. Sırf ona benziyor oluşum yüzünden kaç kere Daryong yerine dayak yedim. Yine de sesimi çıkarmadım. O benim ailem, kardeşim, en iyi arkadaşımdı. Ben de onun için öyleydim. Sonra birden küçük bir fahişe ortaya çıktı, Daryong’u baştan çıkardı ve ona istediğini yaptırdı. Konuşmak isteyince kıskançlıkla suçlandım. Ben de en sonunda sustum, onları kendi hallerine bırakıp köşeme çekildim.

               
O gün Daryong kafeye benden sonra inmişti, her zamanki gibi. Üstünkörü tezgahı sildikten sonra kepenkleri kaldırmaya gitti. Önce gözüne bir çift kadın bacağı ilişti ardından… Karşısında Jina vardı. Onu bir saniye görmek yetmişti Daryong’a. Belli etmese de biliyordum onu kabul edeceğini. Anıların aklına uçuştuğunu tahmin etmek zor değildi.
Üzerinde ona hiç yakışmayan beyaz bir kürk vardı. Aptalca sırıttıktan sonra Daryong’un beline sarıldı, sarhoş olduğu her halinden belliydi. Suratı asılan Daryong yavaşça itti onu. Jina sallanarak masaya oturdu, karşısına da o. İkisinin önüne de bir çay koyup, dolaba yaslandım. Ne olacağını biliyordum, benim için film seyretmek gibiydi onları izlemek.

-“Ne demeye geldin buraya? Burası artık sen istediğin zaman sana ev olacak bir yer değil, ben de artık senin her istediğini yapacak biri değilim.”
Şimdi intikam alıyordu Daryong. Jina onu terk ettiğinde çok acı çekmişti. Hiçbir şey olmamış gibi davranacağını sanıyorsa çok yanılıyordu. Bu sözler üzerine sesini de çıkarmamıştı, çıkaramamıştı zaten. Daryong masadan kalktı, dışarı çıktı. Şimdi odada yalnız ikimiz vardık.

-“Sen ne dersin bu işe?” diye sordu Jina. Omuz silktim.

-“Onun haklı olduğunu biliyorsun.” Dedim.

-“Onun tarafını mı tutuyorsun yani?” diye sordu.

-“Senin tarafını tutacak değilim ya… Şimdi o haklı ama seni de hala seviyor.” Jina bir kahkaha attı:

-“Hahah… Çocuk… Bana bilmediğim bir şey söyle.”

Dişlerimin arasından tısladım:
-“Senden nefret ediyorum.”

Gözlerime baktı:
-“Ve beni seviyorsun.”

Cevap vermedim. İkimiz de bunun da doğru olduğunu biliyorduk ne de olsa.

              ***

Evet, en başından beri onun kötü bir kız olduğunu biliyordum. Ama ben onu böyle masumca severken onun fahişenin teki olması kimin umurundaydı ki? Sonuçta o beni hiçbir zaman sevmeyecekti. Ya severse diye de düşünmüyordum hiç. Kalbini kim bilir kaç kişiye satmıştı, bana kalmazdı. Alt tarafı “aşk”tı benimkisi, bir gün geçecekti. Ve ona güvenmek bu hayatta yapacağım en son şeydi. Keşke Daryong da bunu anlayabilseydi…  Ne garip! Bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğinizde ilk vazgeçeceği kişi siz olursunuz. (Sigmund Freud) İşte Daryong bu hataya düşmüştü.


Ama değiştiklerini söyledim ya, şimdi abim de onun ne haltlar yediğini iyi biliyordu. Bizimle kalmasına izin vermişti ama geceleri eve dönüp dönmemesi hakkında tek kelime etmiyordu. Umursamadığını söylüyordu ama biliyordum içi içini yiyordu. Eskiden biraz gecikecek olsa sokaklara düşer, saatlerce onu arardı. Şimdi ise arkasını dönüp yatıyor ama biliyordum ki uyuyamıyordu. Bir erkek sevdiği kadın başka kollardayken nasıl uyuyabilir?
                Sonra Jina gecenin bir vakti döndüğünde yine sarhoş olurdu. Sağı solu dağıtır, yardım etmeye çalışan Daryong’u iter, en olmadık yerde sızardı. Bense hiçbir şey yapmadan, uzaktan izlemeye devam ederdim. Sonra Jina uyuyakalınca Daryong yine dayanamaz, üzerine bir şey örterdi. Jina gözlerini açınca yanı başında Daryong’u görür, gülerdi. O kadar acımasızdı ki… Daryong onu unutmak için ne kadar çabalarsa çabalasın…  Bir türlü rahat bırakmıyordu. Ona acı çektirmekten zevk alıyordu resmen ve Daryong da bunu yapmasına izin veriyordu.


                Bir gün aniden iyi kız havalarına girdi. Kibar, anlayışlı, sevimli, masum bir kız gibi davranmaya başladı. Kafeye gelen müşterilere hizmet etmeye, sağı solu temizlemeye falan. Daryong’un gözünü öylesine hızlı bir şekilde boyamıştı ki yeniden, insan birinin bu kadar aptal olmasının imkansız olduğunu düşünürdü. Aşk Daryong’u öylesine yanlış bir yola düşürmüştü ki, o yolda doğru Jina’ydı.

                Jina sağda solda sürtmekten vazgeçince üçümüz birlikte takılmaya başlamıştık. Aslında bir yanım bundan nefret ediyordu ama her şeye rağmen orada Jina vardı. –Ne kadar saçma değil mi? Ondan bir yandan delicesine nefret ediyordum, diğer yandan de aşıktım.- Öylesine ısrar ediyordu ki hayır diyemiyordum. Hem Jina yanındayken Daryong daha iyi biri olurdu. Onu öyle görmek bu ufak gezintilere katılmamın diğer sebebiydi. Ama ben onlara göre sıkıcıydım, her zaman öyle olmuştum. Eskiden beri onlar partilerde ot içip, kendilerinden geçerken –onlara göre eğlence buydu çünkü- ben evde kalıp film izlerdim. Zorla götürdükleri zaman bir masaya çöker, sesimi çıkarmadan içerdim. O kadar içmelerine rağmen ikisi de benden daha dayanıksızdı. Böylece her günün sonunda onları eve yine ben götürürdüm.

Kısacası, yanlarındaydım çünkü bana ihtiyaçları vardı.


                ***

                Ilık bir yaz akşamı kafeye geldiğimde içeride yalnız Jina vardı. Daryong’un nerede olduğunu sorunca omuz silkti. Sonra gülümsedi, o yalancı, baştan çıkarıcı gülüşlerinden biriydi. Arkamı dönüp oradan uzaklaşmak istedim, onunla yalnız kalmak beni korkutuyordu. Birden kolumu tuttu:
-“Biraz konuşalım.” Dedi. Arka tarafa geçtik. Ellerimi cebime koydum.
-“Ne istiyorsun?” diye sordum. Gömleği omzundan aşağı kaymıştı. Ağır hareketler elini önce göğsüme, ardından omzuma koyduktan sonra beni gidecek yerim kalmayıncaya kadar itti. Yüzünü yüzüme yaklaştırınca gözlerimi kapadım. Böyle şeylere alışık değildim. Birkaç saniye nefesini suratımda hissettim. Sonra usulca geri çekildi ve elindeki yeşil elmayı havaya atıp tutarak gitti. Arkasından bakakaldım. Hem rahatlık hem de hayal kırıklığı idi.
Ona olan zaafımdan nefret ediyordum. Ondan daha fazla ona zaafım olduğunu onun da bilmesinden nefret ediyordum.


Ardı sıra gelen günlerde her şey aynı şekilde devam etti. Sürekli ikimize de sarılır, baştan çıkarıcı biçimde gülerdi. Peki benden ne istiyordu? Hemen açıklayayım, onu sevmeme rağmen bana ne zaman yaklaşmaya kalksa ondan kaçıyor oluşum. Bir yanımın ondan nefret ediyor oluşu. Bu yüzden onun ilgisini çekiyordum. Ama ona arkamı dönmekten yorulmuştum. Ben Daryong değildim, artık bunu anlaması gerekliydi. Neden ikimizi birden istiyordu ki? Daryong ona yetmiyor muydu? Ya da ona yetmeyen hayatında tek erkek olmasıydı. (!)


Yine o ufak gezintilerden birindeydik. Ara sokakların birinde, Jina ortamızdayken, Daryong’la şakalaşıyorduk. Sonra dört iri yarı adam yolumuzu kestiler. Bu adamları daha önce görmüştüm. Daryong kafede yokken gelmiş, Jina ile kavga etmişlerdi. Hemen gitmezlerse polis çağırmakla tehdit etmiştim. Şimdi ise ne olacağını çok iyi biliyordum. Jina sadece bir saniye için tereddüt etti; Daryong’tan tarafa başını çevirdi ama sonra dümdüz ilerlemeye başladı. Hızlı adımlarla yürüyüp, yolu kesen adamları geçti.
Dayak yemeye alışıktım, olacağı varsa olsundu, Daryong’dan önce ileriye ben atıldım ve böylece dayak yemeye de ben önce başlamış oldum. İlk doğan Daryong olmuştu ama doğduktan sonra aceleci davranan bendim. İlk ben yürümüştüm mesela, okumayı ilk ben öğrenmiş, futbol takımına ilk ben seçilmiştim. Jina’ya ilk aşık olan da bendim mesela. Ama bütün bunlar kimin umurundaydı ki? En azında o adamların değildi. Çünkü benim ardımdan Daryong’a saldırdılar. Jina arabaya bindi. Ve sonra ondan beklemediğim bir şey yaptı, arkasına baktı. Yerde yatan Daryong’a… Ve sonra gitti.

***

Ayağa kalkamayacağımız kadar dayak yediğimizden emin olduktan sonra bizi bıraktılar. Acı içinde kıvranırken birden gülmeye başladım, sonra kahkahalar atmaya…

-“Neden gülüyorum biliyor musun?” diye sordum kahkahalarımın arasında. Kaburga kemiklerimden biri ezilmişti o yüzden gülmek canımı çok yakıyordu. Ama kendimi tutamıyordum.

-“Çünkü…” diye devam ettim. “Sen bunu hak ediyorsun.
Hatırla... Çocukken birbirimize söz vermiştik, birlikte doğmuştuk, birlikte ölecektik.
Onun sonsuza dek seninle kalacağını sanıyordun değil mi? Salak… Hala anlamadın mı?
Senin benden başka kimsen yok.” 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder