-"Mallarımız sendeymiş diye duydum Jiyoon-ah."
-"Velev ki öyle oppa."
-"Bir dongsaeng ve hoobae olarak, haddini bilmelisin Jiyoon-ah."
-"Öyle mi dersin sunbaennim."
-"Cidden..."
Junhyung, Jiyoon'un boğazına yapışmıştı. Gevşekçe tutuyordu aslında, amacı göz dağı vermekti. Fakat, bir anda, Jiyoon gözlerini Junhyung'un gözlerine sabitledi. Gözlerini kaçıran, kaybederdi.
-"Oppa, bakıyorum da güçten düşmüşsün son zamanlarda. Hatırlıyorum da, eskiden parmakların boynumu kıracak kadar güçlüydü."
-"Beni zorlama Jiyoon. Ver şunları artık."
-"Bende değil."
-"Şakayı kes."
-"Ciddiyim Junhyung. Bende değil. Git tüm mekanı ara."
Junhyung ellerini Jiyoon'un boğazından çekti. "Sana inanıyorum Jiyoon. Ama... Eğer beni kandırmaya çalışırsan... " Derin bir iç çekiş sesi, bulundukları depoya yayıldı. İkisi de sesin geldiği yöne doğru döndüler istemsizce. "Junhyung-ah! Seni burada görmek oldukça şaşırtıcı, ha?", "Anneciğim..." İkisinde seslerindeki ima son derece rahatsız ediciydi. "Beni özledin mi yoksa?" Jiyoon, Junhyung'a dur dercesine bakıyordu şimdi. Junhyung aldırmadan yapmacık bir saygıyla başındaki fötr şapkayı çıkardı, arkasını döndü ve dengeli ve güçlü adımlarla depodan çıktı.
-"Ne işi vardı onun burada Jiyoon?"
-"Mallar için gelmiş. Geçen gün çaldıkların için sanırım."
-"Ona burada olduklarını söylemek gibi bir aptallık etmedin değil mi?"
-"Hayır anne. Tabii ki hayır."
***
-"Gidelim Jiyoon... Bizi bulamaz. Hem... Jiyoung denilen şu adam... Bana iş teklif etti."
Junhyung fısıldıyordu. Sesindeki arzuyu anında hissediyordunuz.
-"Nasıl Junhyung? Bu kadın, benim gerçek annem. Nasıl olur da onu terk ederim?!"
-"Bütün hayatın boyunca bu kadından, pardon, annenden işkence çekmeye razısın öyleyse."
-"O benim annem...Onu bırakamam."
-"Ama her zaman yanında olmuş beni bırakabilirsin? Hadi Jiyoon!"
Jiyoon gözlerini yere indirdi. Sadece 14 yaşındaydı. Böyle "maceralar" için çok küçüktü daha.
Bir süre sessiz kaldılar. En sonunda Junhyung yılmış bir ifadeyle, "Gelmiyorsun değil mi?" dedi. Jiyoon cevap vermedi. Uzunca bir süre, Junhyung'u hiç görmemişti bile. Fakat, 7 yıl sonra, bir anda ortaya çıkmıştı. Hem de yeraltının en genç efendilerinden biri olarak. Kimse geçmişini, nereden geldiğini bilmiyordu, çünkü tüm geçmişi o gün, o evde, o teklifte ve Jiyoon'un reddedişinde kilitli kalmıştı.
***
Saat sabaha karşı dörttü. Günlerden 14 Ocak, havada yıkıp geçen bir soğuk, sokağın ortasında bir Jiyoon... Ve "pat, pat" ayak sesleri.
-"Neden geldin?"
-"Mallar depoda."
-"Sana inandığımı mı sandın Jiyoon? Adamlarım şuan sizin depoyu boşalttı bile. Buraya kadar zahmet etmene hiç gerek yoktu."
Jiyoon şaşırmıştı.
-"Çok değişmişsin Junhyung-ah..."
Gözleri dolmuştu belki soğuktan belki de karşısında duran adamın kabinin soğukluğundan...
-"Değiştim."
Tek bir kelime... Jiyoon bu tek kelimenin, Junhyung'un dudaklarının arasından bir dumanla çıkışına dalıp gitmişti... Bu esnada Junhyung çoktan arkasını dönmüş, gidiyordu bile. Fakat içi içini yiyordu. Jiyoon'un gözlerinin dolduğunu kaç kez görmüştü ki? Bir mi? İki mi? Çok güçlü bir kızdı Jiyoon ve asla başkalarının önünde ağlamazdı. En sonunda dayanamadı arkasını döndü. Jiyoon'un orada olmadığını biliyordu ama bir kez, hayatında bir kez, bir şeye inanmayı istemişti. Tıpkı o günkü gibi bastırılmış bir şevkle topuklarının üzerinde tam doksan derece döndü. Onun hemen arkasından gelen bir siluet gördü ilk olarak, sonra teker teker yüzünü, ellerini seçmeye başladı. Konuşmadılar. Öylece, birbirlerinin gözlerinin içlerine bakarak kaldılar... Güneş doğdu, battı, doğdu ve yeniden battı... Sırf o ikisi için. Olmayacak bir sonsuzluğun tesellisi için...
-"Bu kez... benimle gel Jiyoon."
Junhyung ellerini uzatmıştı şimdi. Jiyoon, 7 yıl öncesiyle neredeyse birebir aynı olan o ellere baktı. Ellerini kaldırır gibi oldu. Bir dakika sonra, bir kadın ve bir erkek silueti, ufka doğru yürümeye başladılar. Beş dakika sonra, bir silah sesi kuşların kaçışmasına sebep oldu. Yerde kanlar içinde yatan bir kadın ve tam karşısında öfkeyle duran bir adam. Gözlerinden çocukken yaşadığı cinsel tacizlerin acıları birbir geçerken, yaşadığı hayata tüm sövüşüyle orada, elinde silahıyla düşünüyordu... "Sıra sende anne."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder