22 Eylül 2013 Pazar

Saturday Night Love -3. Bölüm-

Elemelerden tam bir hafta sonra, bana atılan bir e posta ile, La Dolce Vita Proje Grubu için olası 10 üyeden biri olduğum bildirildi. Pazar günü, saat 12.00'da şirketin akademi binasına gelmem ve olası üyelerle tanışmam bekleniyordu. Tam gününde ve saatinde, akademiye gittim. Girişteki görevliye gideceğim yeri sordum ve üç numaralı toplantı odasına doğru yola koyuldum. İkinci kattaydı bu afilli adının aksine oldukça özensiz oda. Kapıyı açıp içeri girdim. 10 kişi koltuklara oturmuş, yüzlerinde sıkkın bir ifade ile bir şeylerle uğraşıyorlardı. üç tanesi müzik dinliyordu, diğer ikisiyse aralarında bir şeyler konuşuyordu. Kapının aniden açılma sesiyle onunun da yüzü bana döndü. Kim olduğumu anlayama çalışırcasına bakıyorlardı. Neden sonra aşırı pembe giyinmiş bir kız, sen Neftis Nera değil misin, dedi heyecanla. Ta kendisi, dedim biraz gururlanmış bir eda ile gülümseyerek. Eliyle yanına gelmem için işaret etti. Yanındaki koltuğa oturduğumda, Merhaba ben Shirushi, yalnız "Shi"yi uzatacaksın, dedi gülerek. Bu kızı hatırlamıştım! Sesi Lil Kim, May Doni, Yoo Seung Eun  ile Lee Hi karışımı bir şeydi ve R&B ya da soul gibi türlere olağanüstü bir yatkınlığı vardı. "Japon musun yoksa sende?!" dedim bir yandan da ırkına şaşırmış olmakla birlikte. Farkında olmadan Japonca sormuş olacağım ki, Shirushi hariç salondaki diğer iki kız anlamamış gözlerle bize bakıyorlardı. "Hai hai!" dedi Shirushi de, Japon olduğunu Japonca onaylayarak. Bu sefer Korece, "Sende mi Japonsun?" dedi. Cevap beklemeden sorulmuş bir soruydu bu. Konuşmamızın başından beri bizi izlemekte olan, saçları doğal sarıya yakın bir ton olduğu kirpik ve kaşlarından belli olan kıza da elimi uzattım, "Merhaba, ben Taiga!" Nezaketle ve doğal bir asaletle "Ben de Luise, Annaluise." dedi. Meraklanmıştım. O da bir melezdi demek. Tam nereden geldiğini soracaktım ki, kapı büyük bir hışımla açıldı. İçeriye hafif tombul, kırklı yaşlarında gösteren bir kadın girdi. Aceleyle "Benim adım Lee Soul Eun. Grubun çıkışına kadar sizin direktörünüz benim. Tanışmışsınızdır birbirinizle herhalde. Yine de,  Annaluise, Kim Deu Soo ve Park Ye Bin, Shirushi, Neftis Nera ya da Taiga. Selamlaşın bakayım! Hah, tamam. Ne diyorduk? 2013'ün mayısında debut yaptırmayı beklediğimiz bir grup vardı. Gruptan üç üye ayrıldı, grup şuan boşta. Onun yerine hala SME stajyerlerinden oluşan, stajyerleri stajyerlikten idollüğe terfi ettirmeyecek, aksine hala stajyer bırakacak bir proje grubu arayışına girdik. Bundan bir buçuk ay önceki kayıtların ve karşılıklı düelloların sonucu olarak da siz beşinizi seçtik. Gerçi Taiga, Woollim'den, biliyorsunuz. Şirket olarak, bu sefer gerçekten değişik bir sound'a sahip bir grup çıkartmayı amaçlıyoruz. Pop'tan ziyade hiphop'a yakın bir şeyler denemek istiyoruz. SHINee ile R&B, f(x) ile elektro pop, EXO ile yeniden TVXQ tarzı bir pop R&B soundlu, bunun haricinde SNSD gibi pop, SuJu gibi elektro ve The Grace gibi ballad, TRAX gibi rock -eskiden visual kei idi, hey gidi günler hey!-, J-min gibi country-rock sound'larına sahip bir şirketiz. Ama hiphop yok. Bu yüzden de siz onunuz burada. Anlaşıldı mı? Tamami öyleyse, çalışma planlarınız elimde. Bu hafta içerisinde yurdunuza taşınacaksınız. Şunun şurasında beş ayınız var. Hepiniz uzun zamandır bu işlerin içerisindesiniz diye, durumunuza orantılı olarak hazırlık sürenizi kısalttık.  Son olarak... sorusu olan?" dedi kadın. O kadar hızlı konuşmuştu ki neredeyse hiçbir şey anlamamıştım. Diğerlerinin de benden farkı yoktu, buna rağmen kimse soru sormadı. Kadın, "Güzel. Zeki kızlar sizi! Şimdi, bunlar çalışma programlarınız. Al bakalım, sende al, sende, hah, bu da sondu. Yarın sabahtan yerleşin yurtlarınıza. Salı günü başlıyor eğitiminiz. Sıkı çalışın!" dedi ve bir şey söylememize fırsat bırakmadan çıktı gitti.

Bir zaman sonra, grupta çıkış yapacak üç kişi açıklanmıştı. Ben, Nera, Deu Soo ve Ye Bin. Açıkçası, kesinlikle Shiru ve Luise ile aynı grupta olmak isterdim. Nitekim, gruptaki kızların popa olan aşkı, aegyo dolusu hareketleri ve hiphop'la alakası olmayan tavırlarından sonra, alenen grupla sözleşmemi fes etmiştim. 2013'ün Nisan ayında, yeniden Woollim çatısına dönmüş ve üçüncü solo albümüm üzerine hazırlıklarıma başlamıştım. Albümüm çıkmış, ilkini ikiye katlayarak 111.000 satmıştı. Dijital listelerde 3 hafta birinci sıraya oturduktan sonra, beni tahtımdan indiren isim hiç de yabancı değildi. La Dolce Vita zamanlarından tanıştığım Annaluise, Luise adı altında, soft rock bir albümle SM'den hiç beklenmeyen bir çıkışa imza atmıştı. Çıkışı çokça konuşulmuştu. Japonya'ya, ailemin yanına gittiğim bir sıradaysa, Shiru'nun resmini büyük bir billboard'ın üzerinde görünce, olduğum yere mıhlanıp kalmıştım. Solo çıkış yapmıştı! Onun adına gerçekten çok mutlu olmuştum.

***

2013 Ekim ayında, SME'den yeniden bir telefon aldım. La Dolce Vita'yı yenilemeyi teklif ediyorlardı. Neden diye sorduğumdaysa, SM'in hali hazırda yaptığı "müzikal" atakları daha da derinleştirmek ve SM'in bubblegum pop anlayışını yıkmak istedikleri cevabını almıştım. Fakat bu sefer açık açık pop yapmayacağımı da belirtmiştim. Asla. Eğer beni gerçekten grupta istiyorlarsa, birkaç ufak isteğime uymak zorundaydılar. 

Bir şekilde, yeniden La Dolce Vita'ya dahil oldum. 1 ay sonra, Kim Ye Kyu dahil oldu. Onunla beraber ikili olarak çıkmak üzere tam 3 ay çalıştık. 3.ayımızın sonlarında, SM gruba iki kişi katmak istediğini bildirdi. Artık solo çaylaklar olarak adını duyurmuş Luise ve Shiru'dan başkası değildi bunlar. Bu habere çok sevinmiştim. Benim açımdan bir problem yoktu fakat Ye Kyu buna şiddetle karşı çıkmıştı. Yine de, ikilinin lideri ben olduğumdan ve gruba üye eklenmesini onayladığımdan, Shiru ve Luise, bize ufak bir ziyaret gerçekleştirmişlerdi. Fakat, Ye Kyu buna çok kızmıştı ve adeta Luise ile Shiru'nun üstüne saldırmıştı. Yine de ya kariyerine elveda diyecekti ya da bu olası iki üyeyi kabullenecekti. Birlikte çalışmaya başlamıştık bile ve Luise ana vokal, Ye Kyu ana dansçı ve yardımcı rapçi, Shiru yardımcı vokal ve yardımcı dansçı, ben ana rapçi olarak grup içerisinde varlığımı sürdürüyordum. Günlerden bir gün, Luise ve Ye Kyu ciddi bir tartışmaya tutuldular. Öyle ki, Ye Kyu Luise'i darp etmeye dahi çalıştı. Akabinde, SM'den bir ihtar aldı ve gruptaki yeri "olası" pozisyonuna düşürüldü. 

O günden tam bir ay sonra, Kim Ye Kyu, çok sevgili arkadaşım, babasının ölümü üzerine gruptan ayrılıp memleketi Jeju Adası'na geri döndü. Çıkışımıza dört ay kala, Shiru (artık ona böyle diyordum), Luise ve ben tüm stratejimizi değiştirmek zorunda kalmıştık. Ye Kyu, hem ana dansçımızdı hem de yardımcı rapçimiz. Özellikle dans konusunda Shiru ve benim üzerime çok fazla sorumluluk yüklenmiş oluyordu Ye Kyu'nun gitmesiyle. Luise'in dansla hiç alakası yoktu. Shiru, bale ve vals eğitimi almıştı, ben İspanya'da kaldığım dönemlerden ve akabinde aldığım eğitimlerden Latin danslarıyla ilgileniyordum. Ye Kyu ise bir b-girl'dü. Ki grubumuzun genel sound'u itibariyle, bizim ne baleye ne tangoya ihtiyacımız vardı. İhtiyacımız olan tek şey bir b-girl'dü. Böylece, SME dans öğretmenleri tarafından daha ağır bir dans programına maruz kalıyorduk. Hatta bazen öyle zamanlar oluyordu ki, adeta bir abla olarak gördüğüm ve yurtta kalmaya başladığım günlerde sıcakkanlılığıyla beni adeta kendine hayran eden Hyoyeon, vakit buldukça (ki vakti yok denecek kadar azdı) yanımıza geliyor, yarım saat gibi bir süre içerisinde bize birkaç ipuçları veriyordu. Kimi zaman yanında Yuri'yi bile gördüğümüz oluyor, Shiru ve ben heyecandan dilimizi yutuyorduk. Böyleyken böyle zaman akıp geçiyordu. Çıkışımıza üç ay 20 gün kala, Luise ve Shiru'nun günlük vokal ve enstrüman eğitimleri 7 saate çıkarılmıştı. Geri kalan üç saatte, Luise 2 saat dans eğitimi, Shiru 3 saat dans eğitimi, ve üçümüz birden yeniden dil eğitimi alıyorduk. Benim programım onlara nazaran biraz daha farklıydı. 2 saat enstrüman, 2 saat rap, 3 saat beste, prodüksüyon ve söz yazma (ki haftanın üç günü derslerimiz Luise, bir günü de Shiru ile ortaktı), 3 saat dans eğitimi, 2 saat vokal ve bir saat dil eğitimi alıyorduk. Luise ve benim İngilizcemiz, Shiru ile benim Japoncamız ve üçümüzün de ana dili gibi Korece'si vardı. Bunun haricinde ben Latin dillerini  çat-pat, Türkçeyi ana dilim gibi -ki öyle, Shiru Çince'nin iki kolunu da oldukça iyi konuşuyordu. Luise hummalı bir Japonca ve Çince eğitimi alıyordu. Bazen Çince eğitimlerine bende katılıyordum. Yurda döndüğümüzdeyse saat gece üçü çoktan geçmiş oluyor, her birimiz yatağımıza gömüldüğümüz gibi derin bir uykunun dinlendirici kucağına bırakıyorduk kendimizi. Günler öyle bir hızla geçip gidiyordu ki... Çıkışımıza tam iki ay kala, biz artık neredeyse mükemmel denecek bir seviyedeydik. Luise, ben ve Shiru, albümüzün söz yazım, beste ve prodüksüyon işini üstlenmiştik. Albümümüzün adı: La Dolce Vita Project Unit - Vol 1 14 idi. İçerisinde 2 enstrümantal versiyonla birlikte tam 14 şarkı vardı. 10'unun her şeyi bize aitti. Eğitimimiz artık bitmiş, 5 saat sahne performansı ve ona bağlı şeylere, geri kalan 5 saatse albümün kaydına ve aranjmanına odaklanıyorduk. Çıkışımız Ağustos ayındaydı. 14 Ağustos 2014. Albümümüze adını veren 14, tam da buradan geliyordu. 

Çıkışımıza tam üç hafta kala tüm hazırlıklarımız tamamdı, yaklaşık 10 teaser'ımız yayınlanmış, Daum'da hayran kulübümüz açılmış ve bir tek canlı performans provalarımız kalmıştı geriye. Çıkış şarkımızın adı Bird'dü. Bestesi Luise'e, sözleri bana ve aranjmanıyla arka planda oldukça büyük yer kaplayan piyano Shiru'ya aitti. Orta tempolu, oldukça değişik efektlerle süslenmiş yine de senfonikliğini kaybetmemiş bir şarkıydı. Şarkının yapımında üçümüzün de esin kaynağı Epik High'ın "Fan" şarkısı olmuştu. (BIGBANG - Tell Me Goodbye ve kimi zaman TVXQ Wrong Number'ı andırdığı oluyordu bana yine de şarkının.) Gerçi sözler, yolunu kaybetmiş bir kuş ve bir yandan da özgürlüğünü arayan bir insanla ilgiliydi. Ayrıca şarkımızda, vokal kısımları da vardı. Bu şarkıda Luise sesini daha hard rock'a özgü bir tınıya bürütmüş, Shiru ise, Luise'in aksine soul semalarında gezinen bir vokal ile şarkının büyük bir bölümünü üstlenmişti. Geriye bir tek rap kısmı kalıyordu ki, ondan da ben sorumluydum. Rap'im genel olarak old school ya da hardcore değildi. Soft bir şeyler deniyordum. Kimi zaman flex'e döndüğüm de oluyordu.

Klibimizdeyse, uçurum kenarı kullanmıştık. Bulutlu bir günde yapmıştık çekimimizi. Uçurumun üstüne eğitimli güvercinleri salmıştık, güvercinler oradan oraya dolanıyordu. Klip en büyüğümüz olan Luise ile açılıyordu. Hastalıklı yeşil renginde duvarların ortasında bembeyaz bir yatak, tam ortasında siyahlara bürünmüş melankolik bir kız. Saatin tiktakları duyuluyor. Bir anda ayağa kalkıyor. Odanın kapısını arkasından hışımla kapatıyor. Akabinde Shiru'ya geçiyoruz. Koca bir nehrin tam ortasında, doğal bir köprünün üstünde, beyaz, etekleri bol bir elbise giymiş. Etrafına bir göz attıktan sonra aceleyle koşmaya başlıyor. Ve ben, bir gölün ortasında, ufak ve kahverengi bir sandalın tam ortasında, küreksiz bir biçimde duruyorum. Dalgalar ufka yaklaşırken, şarkı sözleriyle birlikte giriyor ve klip böyle akıp giderken, finalinde, sırasıyla Luise, Shiru ve ben güvercinlerin uçtuğu uçurumdan aşağı atlayarak hem kendi yolumuzu hem de özgürlüğümüzü bulmuş oluyoruz.  Arada, gri bir arka planın önünde beyaz elbiselerle, ellerimizle gölge oyununda yapılan kuş şeklini yaptığımız, adeta oradan oraya savrulduğumuz dans kısımları giriyor. Klibin ortalama bir buçuk dakikasınıysa, grup olarak "band" halinde şarkının enstrümantal kısımlarını çaldığımız yerde geçiriyoruz. Kliplerde tam bir klasiğe dönüşmüş (Bkz: BIGBANG Love Song, Taeyang ft Tablo Tomorrow, FTIsland Hello Kara Seungyon'un solosu) boş bir arazide, arkamızda aydınlatmalarla ben bas gitarı, Luise elektro gitarı, Shiru'ysa bateriyi çalıyor. Çok kısa bir zamanıysa, siyah perdelerin önünde, bir sahnenin üstünde geçiriyoruz. Üstümüze spotlar geliyor. Luise'in üzerinde otantik ve siyah bir elbise var. Saçları doğal bir şekilde açık bırakılmış. Ben deri bir pantolon, deri ceket ve Harley Davidson'larımla kostümümü tamamlamışım. Shiru'ysa, ikimizin tam ortasında, beyaza yakın bir tonda, pembe bir tuvalet giymiş durumda. Burada sanırım, özgürlük tutkusunun sosyal statüye bakmadığını aktarmaya çalıştık. Kısmen trajik ve oldukça depresif bir klip. Şarkıda bazen hakim olan elektro gitar, bazen egemenliği eline geçiren bas ve piyano, şarkının ve klibin insan üzerindeki etkisini inanılmaz arttırıyor. 

***

14 Ağustos günü çıkışımızı yaptık. 17 Ağustos günü programlara çıktık. 18 Ağustos'ta katıldığımız Music Core'de ilk birinciliğimizi aldık. Akabindeki üç hafta boyunca Ingikayo'da "triple crown" elde ettik. Albümümüz Gaon'un aylık albüm satışlarında üçüncü sıradaydı. İlk haftasında 70,000 ay sonundaysa, 120 bin satmıştık. Bir çaylağa göre hayli yüksek rakamlardı bunlar. Ama sebepleri çok da akıl almaz değildi. İlk olarak biz SM grubuyduk. Tanıtımımız debut öncesinde hayli yapılmıştı fakat buna rağmen SM'in bir taktiği ile yüzlerimiz gizli kalmıştı. Halkın bize duyduğu merak artmıştı. Debutten önce Luise, f(x)'ten Victoria'nın solo bir şarkısına "anonim" adıyla eşlik etmişti. Benim bile grupta olduğum kesin olarak bilinmiyordu. Çünkü resmi bir açıklamayla gruba dahil edildiğim belirtilmemişti. Her şey gizliydi. Youtube kanalımıza da birkaç akustik cover yüklemiştik albümden. Kısaca promosyonumuz merak uyandırmıştı. Ayrıca, SM'den bir hiphop grubu gelmesi de insanları şaşırtmıştı. Ki hiphop grubu sayılmazdık ama yine de, insanlar önyargıyla ya da merakla yaklaşmıştı. Yeteneklerimizi gizlice tanıttığımız videolar bir çoğunun önyargısını meraka dönüştürmüştü. Bizden bir yıl önce debut yapmış EXO üyeleriyle, Luise'in ufak bir intro düetleri vardı. Shiru'nun enstrüman videolarını da yüklemeyi ihmal etmiyorduk. Ben, rap yaptığım videoları koyuyordum. Haliyle SM için her anlamda tabuları yıktıran bir grup olmuştuk. Ve debut yaptığımızdaysa da, üçümüzün de gözlerin aşina olduğu yüzler olması bize fiziksel satış olarak dönmüştü. Dijital'de de 1. sırayı kapmıştı Bird. Ta ki, Eylül'de 2NE1 dönene kadar. Nitekim o andan itibaren listelerde YG hakimiyeti sürmeye başlamıştı. Ekim ayına kadar yer almadığımız variety, reklamımızı yapmayan SM sanatçısı kalmamıştı. 

***

Kasımda, yıl sonu festivalleri hazırlıkları için kollar sıvandı. Özel sahneler için birçok idol grubundan karma bir grup oluşturulacaktı. Üç grup vardı. Üçünde de La Dolce Vita'nın bir üyesi vardı ve gruplar karmaydı. Grupların adı mitolojilerden geliyordu. İlk grubun adı en büyük kahramanlardan Herakles idi. İkinci grubun adı Olympos, son olarak benim grubum olan üçüncü grubun adıysa, Truva'dan adını alan Troy'du. Herakles'te, Luise, EXO'dan Baekhyun ve D.O ve son olarak Teen Top'tan Niel ve Chunji  vardı. Tam bir vokal grubuydu. İkinci grup Olympos'ta, dans grubuydu. Shirushi'ye EXO'dan Luhan ve Lay, Teen Top'tan Ricky ve L. Joe eşlik ediyordu. Son olarak Troy, hiphop grubuydu. Ben, Nera, EXO'dan Chanyeol ve Tao, Teen Top'dan ise C.A.P ile Changjo vardı. Aslında mantıken L.Joe'nun Troy'da, Changjo'nun Olympos'ta olması gerekirdi ama grubumuza bir vokal ve Olympos'a da bir rapçi gerektiğinden, üye değişikliği yapmıştık. Herakles, Janis Joplin'in Maybe şarkısını, Olympos James Brown'un I Feel Good şarkısını, Troy ise MFBTY'un Sweet Dream şarkısını coverlayacaktı. Gruplar şarkılarına ortaklaşa karar vermişlerdi.  Kasım'ın 17'sinden itibaren çalışmaya başlamıştık. İlk anımızdan itibaren kameralar yanımızdaydı. Troy'un buluşma yeri Woollim'deydi. Ben buluşmaya 5 dakika geç kalmıştım. Woollim'in aşina olduğum toplantı odasına girdiğimde, içeride şirketten ve variety'lerden tanışmışlığım olan ama çok yakın olmadığım Chanyeol ve Tao, Teen Top'ın lideri C.A.P ile Changjo çoktan yerlerini almışlardı. Hepsinden geç kaldığım için özür diledikten sonra tanışma faslına girdim. Her biriyle el sıkıştıktan sonra, kameraların da beni bir hayli germesiyle, odanın atmosferinden rahatsız olmaya başlamıştım. Chanyeol C.A.P ve Changjo ile muhabbete başlamıştı bile. Tao telefonunu çıkarmış, oyun oynuyordu. Bense, kalkmış kendime çay alıyordum. Tam masaya oturmuştum ki, grubumuzdan sorumlu koordinatör Bizzy içeri girdi. Girmesiyle de elimdeki pet bardağın yere düşmesi bir olmuştu. "Hyong!" diyerek soluğu yanında aldım. Bizzy'i Jungle'a ilk katıldığımdan andan beri sever ve inanılmaz sayardım. Bana sıcak bir gülümseme ile karşılık verdikten sonra, şarkıyla ve bölümlendirmelerle ilgili kısa bir özet geçti. Bizleri karşısına çağırıp her birimizden sevdiğimiz bir şarkıyı söylemesini istedi. Ben 2pac Dear Mama'yı, C.A.P, T.O.P'nin Oh Mom'ını, Tao, Simon D'nin We Got'ını, Chanyeol Beenzino'nun If I Die Tomorrow'unu söylemişti. Changjo ise şarkıların vokal bölümlerine eşlik etmişti. Bizzy bir yandan bir kenara notlar alıyor bir yandan da dikkatle bizi inceliyordu. Yarım saat kadar sonra, prova odasına girmiştik bile. Şarkı paylaştırılıyordu. Vokal yeteneğim sıfıra yakın olduğu için bana verilmesi planlanılan T-asha'nın kısımlarından sadece rap bölümünü almıştım. Vokaller Changjo'daydı. Tiger ve Bizzy'nin flex kısımları Chanyeol'daydı. Sert kısımlar C.A.P'ye, daha yumuşak ilerleyen yerlerse Tao'ya verilmişti. Ben klibe paralel olarak canlı performansta sarı, dalgalı bir peruk takacaktım. C.A.P ve Tao, Tiger'ın, Chanyeol ve Changjo ise Bizzy'nin cosplayi olacaktı. Koreografimiz yoktu. Kafamıza eseni yapmakta serbesttik. İlerleyen haftalardaysa, şarkımızı çoktan kaydetmiş grup üyeleri olarak birbirimize alışmıştık. Hatta festivalin TV yayını için gerekli olan kaynaşma faslı için lunaparka bile gitmiştik bütün gruplar olarak. Bu lunapark zımbırtısı sayesinde şirketdaşlarım EXO üyelerinden Chanyeol ile gerçekten arkadaş olup çıkmıştım. İnanılmaz kafadar biriydi. Tao, oldukça sessiz, sakin biri olduğundan arkadaş olarak bana hitap ettiği pek söylenemezdi. Changjo'yla da aram fena sayılmazdı. Yaşıt olmamızın etkisi de büyüktü pek tabii bunda. Minsoo-hyong ya da C.A.P'de kimi zaman Changjo, Chanyeol ve benimle takılıyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder