Sabah olmak üzereydi. Yaz mevsiminde olmalarına rağmen biraz serin bir gece yaşıyorlardı. Biraz laciverte çalan gökyüzünde tek bir bulut dahi yoktu. Yakında sönecekmiş gibi duran donuk birkaç yıldız ve parlak aya, biraz sonra doğacak güneşin habercisi olan hafif bir ışık eşlik ediyordu. Birazdan güneş doğacak, gökyüzünün bir tarafı biraz turuncu, biraz mavi bir renge bürünecek; diğer tarafı ise yerini az sonra maviye kaptıracak olan bir siyaha bürünmeye devam edecekti. Evet, yeni bir gün başlıyordu. Her anı sürprizlerle dolu olan, birkaç dakika sonra bile ne olacağını bilemediğimiz yeni bir gün...
Eunhyuk derin uykusunda belki biraz kötü bir rüya, belki de bir kabus görüyor olacaktı ki surat ifadesi bir hayli üzgündü. Az önce gözünden süzülen bir damla yaş, göz kapağında yavaş yavaş buharlaşmaya devam ediyordu.
Derken, biri kapıyı iki kez tıklattı. Biraz sertçe fakat kimseyi rahatsız etmek istemiyormuşçasına...
Kapının ardındaki, birkaç saniye beklemesine rağmen bir hareket göremeyince bir kez daha tıklattı. Bu seferki biraz daha kuvvetliceydi.
Kapının ardındaki birkaç saniye daha bekledi fakat yine içeride en ufak bir hareket yoktu. Bu sefer biraz endişeli, biraz da kızgın bir tavırla kapının kolunu çekiştirip yüksek bir sesle "Şu lanet olası kapıyı açacak mısın Hyuk?!" diye söylendi. Kapı kilitliydi.
Eunhyuk, derin uykusundan nihayet uyanmıştı. Uyku sersemliğiyle etrafını inceledikten sonra yatağından sıçradı. Kapının kilidini çevirdikten sonra kapıyı araladı. Karşısında tanıdık bir yüz görünce rahatlamış gibi bir ifadesi vardı. Ancak bu yüz ifadesi, yerini çok kısa bir süre içerisinde şaşkınlığa bırakmıştı.
"Saatten haberin var mı Donghae?!" diye çıkıştı karşısındakine, bir yandan da ellerini yumruk yapıp gözlerini ovuştururken. Donghae ise "Evet, var. Peki beni odana almayı düşünüyor musun?" diye karşılık verdi. Bunun üzerine Eunhyuk, başını onlaylarcasına sallayarak kapıyı ardına kadar açtı.
Oda, evin ikinci katındaydı. Manzarası ise bir hayli büyüleyiciydi. Odadaki her şeyin beyaz olması, insanı adeta ferahlatıyordu. Oda aslında evdeki diğer odalara nazaran daha küçük olsa da bu beyazlık, olduğundan daha geniş gösteriyordu. Aslında Eunhyuk, odasını Ryeowook ile paylaşırdı. Fakat Ryeowook, dün gece Kyuhyun ve Sungmin ile film izlerken salondaki kırmızı koltuğun üzerinde uyuyakalmıştı ve kimse de onu uyandırmak istememişti.
Eunhyuk, eliyle yatağını işaret ederek Donghae'ye oturmasını söyledi. Sabahın köründe ne demeye onu uykusundan uyandırdığını merak ediyordu. Donghae'nin hemen yanına oturarak lafı dolandırmadan konuya girdi; "Beni bu saatte uyandırman için çok önemli bir sebep olmalı, değil mi? Öyleyse dinliyorum."
Eunhyuk, sıcak yaz gecelerinde genelde tişörtünü çıkartarak yatardı. Bu gece de öyle olmuştu. Donghae, onun sıska ama çekici gövdesinden gözlerini alamıyordu. Dokunmak istiyordu ama bu imkansızdı. Yan yana olmalarına rağmen sanki gizli bir güç engelliyordu onu. Beline sıkı sıkı sarılıp ona onu sevdiğini söylemek, sonra da belki o kırmızıya yakın ama pembe dudaklarının tadına bakmak... Belki masum bir öpücüğün de ötesine gidebilmek... Bunlar onun için yalnızca bir hayaldi. En azından şimdilik.
Buraya neden gelmişti ki? Hem de bu saatte? Olacak iş değildi... "Seni özledim." diyemezdi. Her an yanyanalardı. "Nedeni yok." da diyemezdi, Hyuk buna çok sinirlenirdi. Ne desem diye düşünürken birden aklına "Karnım acıktı. Yemek yapalım." demek geldi. Evet, en mâkul sebebin bu olduğuna karar vermişti. Hyuk ona kızarak sayıp sayıştıracak, sonra beraber kahvaltı hazırlayacaklar ve Donghae bugün de aşkını rüyalarda yaşamaya devam edecekti...
Donghae durdu. Bu gün de Hyuk, ona olan aşkından habersiz yaşayacaktı. Yarın da... Hatta ondan sonraki gün ve haftalarda da... Bu ne zamana kadar böyle sürecekti? Bir yanı kalbini açıp ona sahip olmak istiyor, diğer yanı ise bunu engelliyordu. İşte! Şimdi tam zamanıydı! Neden bunu daha fazla geciktirecekti ki?
"Seni seviyorum." diyerek dudaklarına yapışırdı ve tutku dolu öpücüklerin ardından... Ardından ne? Ne olacaktı ki? Ne bekleyebilirdi ki? Elbette ki Hyuk onu ittirerek "Ne yaptığını sanıyorsun?!" diyecek ve Donghae de kendi elleriyle aralarına buzdan duvarlar örecekti.
Donghae, bu düşüncelerle meşgulken Eunhyuk'un soğuk ve sarımtırak ellerini kolunda hissetti. Eunhyuk, Donghae'nin saniyelerce onun çıplak gövdesine bakmasından rahatsız olmuş olacak ki onu yavaşça sarsarak "Nereye bakıyorsun? Aptal sapık!" diyerek güldü.
Tanrı'm! Diş etleri görünecek kadar büyük ve göz alıcı gülüşü Donghae'nin aklını başından alıyordu. Sonra, gülünce küçülen o gözleri... Donghae kendini kaybetmiş gibiydi. Sanki bedeni bir başkasına aitti. O istemediği halde Hyuk'un elini tuttu ve dudaklarından şu sözcükler dökülüverdi;
"Bir yere gitmeliyiz Hyuk..."
Eunhyuk o sevimli gözlerini kocaman açarak "Nereye?" diye sordu.
Bunu Donghae de bilmiyordu... Ama artık iş işten geçmişti. Donghae, Hyuk'un dolabını açıp siyah bir kot pantolon ve turuncu bir tişört çıkarttı. Elindekileri Hyuk'a verip sonra evin önünde onu beklediğini söyleyerek onu yalnız bıraktı. Hyuk, şaşkınlık ve merak içerisinde giyinmeye başladı. Hava aydınlanmıştı. Fakat serinlik devam ediyordu...
Donghae, hava serin olduğundan üzerine siyah bir ceket geçirip aşağıya inerek iki katlı beyaz evin önünde beklemeye başladı. Az önce bulutsuz olan gökyüzünü şimdi gri yağmur bulutları kaplamıştı. Birazdan yağmur yağacağı belliydi. Donghae, gidecekleri yeri seçmişti. Yapacakları ve söyleyecekleri de belliydi. Şu an yapması gereken tek şey Hyuk'u beklemekti...
Nihayet Hyuk aşağıya indi.
Donghae, gülümseyerek "Gidelim." dedi ve Hyuk'un soğuk elini tuttu. Donghae'nin eli öylesine sıcaktı ki Hyuk'un içini ısıtmaya yetmişti. Hyuk, kendisini Donghae'ye teslim etti ve beraber gri bulutların altında yürümeye başladılar...
2.bölümü bekliyoz shiruuuu!
YanıtlaSilYazdım zaten, buyur. :D :D http://kumonouenosekai.blogspot.com/2013/09/gumus-renginde-bir-deniz-2-bolum.html
Sil