5 Şubat 2014 Çarşamba

You Say Goodbye, I Say Hello #3



***İKİ AY SONRA***

Oda arkadaşım New Jersey’den gelen minyon tipli bir kızdı, Winter. Kumral, düz saçları vardı. 19 yaşındaymış, onun da gitar çaldığını öğrenince ufak bir çığlık attım. Bütün gün müzik hakkında konuştuk ve bana üniversiteyi gezdirdi. Hedefi sayılı ACLU avukatlarından biri olmaktı. Çalışkan bir kıza benziyordu, hedefine ulaşacağından şüphem yoktu.

Ona John Christopher Meresmith adında birini tanıyıp tanımadığını sordum. Bu ismi ilk kez duyduğunu söyledi. Sonra:
-“Bir ihtimal Johnny’den bahsediyor olabilir misin?” dedi. İçimde tuhaf bir sızı hissettim. Eskiden sadece ona yakın olanlar böyle seslenirdi. Ama belki de Winter ona yakındı?
-“Yakın mısınız?”
-“Herkes kadar işte.”
-“Neden?”
-“Eğer aynı kişiden bahsediyorsak, o herkesle yakındır.”

                O olabilir miydi ki? Ama benim tanıdığım Johnny ufak bir arkadaş grubuna sahip olan, uyuz biriydi. İnsanlar onu ya çok sever ya da nefret eder. Ya da benim gibi ikisi birden.

-“Sende resmi falan var mı?”
-“Bir bakarım ama neden soruyorsun ki onu?”
-“Buraya gelen bir arkadaşım vardı, o mu bilmek istiyorum. Üçüncü sınıf.”
-“Ah o zaman farklı kişilerden bahsediyoruz. Johnny ikinci sınıfta.”

                Derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım. Ama neden? Onu bulamamıştım sonuçta. Sanırım onu okulun popüler çocuğu olarak görmek canımı yakardı. Peki ya onu hiç bulamazsam?

-“Önemli miydi?” diye sordu Winter. “İstersen bir arkadaşıma sorabilirim, herkesi tanır.”
-“Gerçekten mi? Bu çok hoş olurdu.”
-“Olmuş bil. Eee peki ne okumayı düşünüyorsun?” Güldüm, bu zor bir soruydu.
-“Sanırım uzun bir süre genel dersleri alıp karar vermeye çalışacağım.”

                Gerçekten de öyle oldu. Winter’ın benim için onu bulma işini halletmesini beklerken elimden geldiğince çok derse girdim. Bu benim kafamı dağıtmamın bir yoluydu. Winter artık durmamı söylüyordu, bu gidişle delirecekmişim. En kısa zamanda karar vermezsem kafam fena halde bulanacakmış. Onu dikkate almıyor değilim ama henüz karar vermedim. Her şeyden hoşlanıyorum. Kimya ya da fizik üzerinden gidebilirim. Özellikle fizik fazlasıyla ilgimi çekmeye başladı. Bir defasında diğer öğrencilere karşı fizik dersini savunuyordum. Herkes bana karşıydı. Sonra o benim dediğimi onaylayıp “En eğlenceli ders fiziktir.” demişti. Ve herkes bunu bir olguymuş gibi kabul etmişti.

                Sık sık kampüsü turluyordum. Belki bir rastlantı eseri onu görürüm diye ama hiçbir yerde yoktu. Çok geçmeden Winter da bundan bahsetti. Okulda bu isme ya da bu görüntüye sahip herhangi biri yoktu. Yaşadığım hayal kırıklığını anlatmak kolay değil… Ve endişeyi… Öyleyse neredeydi? Ne yapıyordu? Nasıldı?

                Beni unutmuş muydu?



***ÜÇ YIL SONRA***


                Kim derdi ki üniversite hayatımda böyle biri olacağım… Winter neye meylediyorsam onu seçmemi söylemişti ve ben de öyle yapmıştım. Üç sene fizik okumuştum. Ama esas olay bu değildi. Winter’la birlikte bir müzik grubu kurmuştuk. Sonra iki kişi daha aramıza katılmıştı. Rebecca, Texaslı bir kıvırcıktı. Tıp okuyordu, tam anlamıyla bir bateri dehasıydı. Allyson ise New York’tan gelen bir sarışın… Uçak mühendisliğini hedefliyor ve basgitar çalıyordu.

                Hayal etmeye kalksam bile bu kadar iyisini hayal edemezdim sanırım. Çok iyi kızlardı, hepimiz benzer hayatlar yaşamıştık, birbirimizi çok iyi anlıyorduk ve bu bizi daha da yakınlaştırıyordu. Ayrıca bizi bağlayan bir de müzik ve rock faktörü vardı. Gerçek dünyanın içinde kendi dünyamızı kurmuştuk. İkinci sene üniversite yakınlarında bir ev tutmuştuk.

                Hala sıradan biri gibi hissetmeme rağmen, hayat hiç olmadığı kadar güzeldi.

***

1999’u kutlarken herkes heyecanlıydı. Bu milenyumun son yılına giriyorduk. Elbette kutlama sahnesinde okuldaki tek kız grubu “Lord of the Thigs” (Butların Efendisi) de yer alacaktı. Bu ismi önce sadece espri amaçlı seçtiğimiz bir isimdi. Winter’la bir grup mu kursak diye düşünürken radyoda Aerosmith çalıyordu. “O zaman hadi Lord of the Thigs olsun.” Sonra bu isim yapışmıştı üzerimize ama alışmıştık da... Zaten absürt isimler reklam yapmanın da etkili bir yoluydu.

O gece uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım: Kendimi bıraktım. Şarkı söyledim, çığlık attım, dans ettim, kusana kadar içtim… Pişman olmayacaktım. Onsuz gireceğim 5.yıl olacaktı, daha fazlasını bile yapmaya hakkım vardı. Ben tam da böyle düşünürken ondan haber alacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.

O gece Kolombiya’dan gelen bir öğrenci kafilesi vardı. Sahnedeyken koluma taktığım zincir öğrencilerden birinin dikkatini çekmiş. Bunu daha önce başka birinde daha o gördüğünü ve o kişinin bu bileklikten sadece iki tane olduğunu söylediğini anlattı. Nefesim kesilmişti.
-“Adı neydi?” diye sordum ürpererek.
-“John. John Mes.. Mese…”
-“Meresmith!”
-“Evet. Tanışıyor musunuz?” Cevap veremedim. Başımı evet anlamında salladım.
-“Peki… O nerede şimdi?” Sanki herkesin bildiği bir şey sormuşum gibi bana baktı.
-“Bizim üniversitede tabi ki.”
-“Kaçıncı sınıf?”
-“Üçüncü sınıftı yanılmıyorsam…”

                İki senelik bir kayıp… Sınıfta kalma söz konusu olmadığına göre… Yoksa başına bir şey mi gelmişti? Pennsylvania’ya gideceğini söylerken yalan mı atmıştı? Beni başından savmaya mı çalışıyordu? Hayır. O böyle bir şey yapmazdı. Yapmaz mıydı gerçekten? Eskiden olsa emin olurdum ama aradan geçen zaman anıları silikleştirmiş, rüyaları seyrekleştirmişti. Ve artık emin değildim. Çocukta Johnny’nin adresi yoktu. Döndüğünde ilk işinin, adresini bana göndermek ve ona benden bahsetmek olacağına dair söz verdi. Zamanında John’ın bana verdiği broşu eline tutuşturdum. Bunu ona vermesini istedim. Ve sancılı bir bekleme süreci başlamış oldu.

Aylar hiç olmadığı kadar yavaş geçiyordu. Her gün gelecek haberin beklentisiyle kıvrandım. Bu dönemde yüzlerce nasihat dinledim. Bunca yıl sonra beni hatırlaması bile ilginç olurmuş. Çocukluk etmeyi bırakmalı, onu unutmalıymışım. Bunlara benzer bir dizi tavsiye işte. Ne yaşadığımı, ne hissettiğimi bilmeyen insanlardan bir dizi nasihat...

Şubat sonunda posta kutumda bir zarf belirdi. John’ın adresi… Başka bir şeyden bahsetmemişti. İyi olduğundan, ne yaptığından, hiçbir şeyden… Sadece bir adres. Ne yapacağıma karar veremedim. Gidip karşısına çıkacak değildim elbette. Ya beni hatırlamazsa? O kadar cesur değildim. Ama bir şekilde iletişime geçmeliydim. Ona mektup yazmaya böyle karar verdim.

“Selam John,
Nasılsın? Ben Laren. Hatırlıyor musun? Lisede aynı grupta çalmıştık. Bana ders çalıştırırdın. Kolombiya’da tıp okumak zor olmalı… Ama hayalinin peşinden gittiğin için de mutlu olmalısın. Hala gitar çalıyor musun? Uzun zaman oldu. Lütfen bana yaz.”

                İki ay sonra bile cevap gelmemişti. Belki mektubu almamıştır diye düşündüm. Yeniden yazdım. Yeniden ve yeniden. Ekim’e kadar yazdığım mektuplar onu bulmuştu. Başka bir açıklaması olamazdı. Beni silmişti ve yeniden hayatına girmemi istemiyordu. Pes etmiştim. Ama aralık gelince, kışın verdiği melankoli ile bir tane daha yazdım. Söz verdim kendime, bu son olacaktı.

“Seninle beş yıl geçirdim.
Sensiz de beş yıl geçirdim.
Artık gelsen olmaz mı?
Bir de…
Her şey için teşekkür ederim.”



5 yorum:

  1. Ağğğğğğhhh ama of ya bölüm kısaydı yeni böööölüüüüüm :/ bu bölüme bayıldım :D benim yazarım işte yine harikaydı <3 çok iyi yazdığını ve heyecanlandırdığını biliyorsun değil mi yazar hanım :D bugün bir bölüm daha koyamaz mısın lütfen (en yıkıldık aigoo karımdan birini gönderiyorum :D)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yılışık yazacaktım :D

      Sil
    2. Yuh buna da kısa dedin ya :D Teşekkür ederim okuyucu hanım^^
      "aigoo karım" hahahah güldüm :D Bundan sonraki bölüm final o yüzden koyamam :D Bitti zaten :D

      Sil
    3. Dalga geçme ya telefon hatası :D bitemez neyırrrrr nolamaz :'( başka bir hikayeye başla o zaman :D

      Sil
    4. Güzel bir konu ya da ilham lazım. :D İkisi birden olursa çok daha güzel olur :D

      Sil