***İKİ AY SONRA***
Oda
arkadaşım New Jersey’den gelen minyon tipli bir kızdı, Winter. Kumral, düz saçları
vardı. 19 yaşındaymış, onun da gitar çaldığını öğrenince ufak bir çığlık attım.
Bütün gün müzik hakkında konuştuk ve bana üniversiteyi gezdirdi. Hedefi sayılı
ACLU avukatlarından biri olmaktı. Çalışkan bir kıza benziyordu, hedefine
ulaşacağından şüphem yoktu.
Ona
John Christopher Meresmith adında birini tanıyıp tanımadığını sordum. Bu ismi
ilk kez duyduğunu söyledi. Sonra:
-“Bir ihtimal Johnny’den
bahsediyor olabilir misin?” dedi. İçimde tuhaf bir sızı hissettim. Eskiden
sadece ona yakın olanlar böyle seslenirdi. Ama belki de Winter ona yakındı?
-“Yakın mısınız?”
-“Herkes kadar işte.”
-“Neden?”
-“Eğer aynı kişiden
bahsediyorsak, o herkesle yakındır.”
O olabilir miydi ki? Ama benim tanıdığım Johnny ufak
bir arkadaş grubuna sahip olan, uyuz biriydi. İnsanlar onu ya çok sever ya da
nefret eder. Ya da benim gibi ikisi birden.
-“Sende resmi falan var
mı?”
-“Bir bakarım ama neden
soruyorsun ki onu?”
-“Buraya gelen bir
arkadaşım vardı, o mu bilmek istiyorum. Üçüncü sınıf.”
-“Ah o zaman farklı
kişilerden bahsediyoruz. Johnny ikinci sınıfta.”
Derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım. Ama neden? Onu
bulamamıştım sonuçta. Sanırım onu okulun popüler çocuğu olarak görmek canımı
yakardı. Peki ya onu hiç bulamazsam?
-“Önemli miydi?” diye
sordu Winter. “İstersen bir arkadaşıma sorabilirim, herkesi tanır.”
-“Gerçekten mi? Bu çok hoş
olurdu.”
-“Olmuş bil. Eee peki ne
okumayı düşünüyorsun?” Güldüm, bu zor bir soruydu.
-“Sanırım uzun bir süre
genel dersleri alıp karar vermeye çalışacağım.”
Gerçekten de öyle oldu. Winter’ın benim için onu
bulma işini halletmesini beklerken elimden geldiğince çok derse girdim. Bu
benim kafamı dağıtmamın bir yoluydu. Winter artık durmamı söylüyordu, bu
gidişle delirecekmişim. En kısa zamanda karar vermezsem kafam fena halde
bulanacakmış. Onu dikkate almıyor değilim ama henüz karar vermedim. Her şeyden
hoşlanıyorum. Kimya ya da fizik üzerinden gidebilirim. Özellikle fizik
fazlasıyla ilgimi çekmeye başladı. Bir defasında diğer öğrencilere karşı fizik
dersini savunuyordum. Herkes bana karşıydı. Sonra o benim dediğimi onaylayıp “En eğlenceli ders fiziktir.” demişti.
Ve herkes bunu bir olguymuş gibi kabul etmişti.
Sık sık kampüsü turluyordum. Belki bir rastlantı
eseri onu görürüm diye ama hiçbir yerde yoktu. Çok geçmeden Winter da bundan
bahsetti. Okulda bu isme ya da bu görüntüye sahip herhangi biri yoktu.
Yaşadığım hayal kırıklığını anlatmak kolay değil… Ve endişeyi… Öyleyse
neredeydi? Ne yapıyordu? Nasıldı?
Beni
unutmuş muydu?
***ÜÇ YIL SONRA***
Kim derdi ki üniversite hayatımda böyle biri
olacağım… Winter neye meylediyorsam onu seçmemi söylemişti ve ben de öyle
yapmıştım. Üç sene fizik okumuştum. Ama esas olay bu değildi. Winter’la
birlikte bir müzik grubu kurmuştuk. Sonra iki kişi daha aramıza katılmıştı. Rebecca,
Texaslı bir kıvırcıktı. Tıp okuyordu, tam anlamıyla bir bateri dehasıydı. Allyson
ise New York’tan gelen bir sarışın… Uçak mühendisliğini hedefliyor ve basgitar
çalıyordu.
Hayal etmeye kalksam bile bu kadar iyisini hayal
edemezdim sanırım. Çok iyi kızlardı, hepimiz benzer hayatlar yaşamıştık, birbirimizi
çok iyi anlıyorduk ve bu bizi daha da yakınlaştırıyordu. Ayrıca bizi bağlayan
bir de müzik ve rock faktörü vardı. Gerçek dünyanın içinde kendi dünyamızı
kurmuştuk. İkinci sene üniversite yakınlarında bir ev tutmuştuk.
Hala sıradan biri gibi hissetmeme rağmen, hayat hiç
olmadığı kadar güzeldi.
***
1999’u
kutlarken herkes heyecanlıydı. Bu milenyumun son yılına giriyorduk. Elbette
kutlama sahnesinde okuldaki tek kız grubu “Lord of the Thigs” (Butların Efendisi) de yer alacaktı. Bu ismi önce sadece espri amaçlı seçtiğimiz bir isimdi.
Winter’la bir grup mu kursak diye düşünürken radyoda Aerosmith çalıyordu. “O zaman hadi Lord of the Thigs olsun.” Sonra
bu isim yapışmıştı üzerimize ama alışmıştık da... Zaten absürt isimler reklam
yapmanın da etkili bir yoluydu.
O
gece uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım: Kendimi bıraktım. Şarkı söyledim,
çığlık attım, dans ettim, kusana kadar içtim… Pişman olmayacaktım. Onsuz
gireceğim 5.yıl olacaktı, daha fazlasını bile yapmaya hakkım vardı. Ben tam da böyle
düşünürken ondan haber alacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.
O
gece Kolombiya’dan gelen bir öğrenci kafilesi vardı. Sahnedeyken koluma taktığım
zincir öğrencilerden birinin dikkatini çekmiş. Bunu daha önce başka birinde
daha o gördüğünü ve o kişinin bu bileklikten sadece iki tane olduğunu
söylediğini anlattı. Nefesim kesilmişti.
-“Adı neydi?” diye sordum
ürpererek.
-“John. John Mes.. Mese…”
-“Meresmith!”
-“Evet. Tanışıyor
musunuz?” Cevap veremedim. Başımı evet anlamında salladım.
-“Peki… O nerede şimdi?”
Sanki herkesin bildiği bir şey sormuşum gibi bana baktı.
-“Bizim üniversitede tabi
ki.”
-“Kaçıncı sınıf?”
-“Üçüncü sınıftı
yanılmıyorsam…”
İki senelik bir kayıp… Sınıfta kalma söz konusu
olmadığına göre… Yoksa başına bir şey mi gelmişti? Pennsylvania’ya gideceğini
söylerken yalan mı atmıştı? Beni başından savmaya mı çalışıyordu? Hayır. O
böyle bir şey yapmazdı. Yapmaz mıydı gerçekten? Eskiden olsa emin olurdum ama
aradan geçen zaman anıları silikleştirmiş, rüyaları seyrekleştirmişti. Ve artık
emin değildim. Çocukta Johnny’nin adresi yoktu. Döndüğünde ilk işinin, adresini
bana göndermek ve ona benden bahsetmek olacağına dair söz verdi. Zamanında
John’ın bana verdiği broşu eline tutuşturdum. Bunu ona vermesini istedim. Ve sancılı bir bekleme süreci başlamış oldu.
Aylar
hiç olmadığı kadar yavaş geçiyordu. Her gün gelecek haberin beklentisiyle
kıvrandım. Bu dönemde yüzlerce nasihat dinledim. Bunca yıl sonra beni hatırlaması
bile ilginç olurmuş. Çocukluk etmeyi bırakmalı, onu unutmalıymışım. Bunlara
benzer bir dizi tavsiye işte. Ne yaşadığımı, ne hissettiğimi bilmeyen
insanlardan bir dizi nasihat...
Şubat
sonunda posta kutumda bir zarf belirdi. John’ın adresi… Başka bir şeyden
bahsetmemişti. İyi olduğundan, ne yaptığından, hiçbir şeyden… Sadece bir adres.
Ne yapacağıma karar veremedim. Gidip karşısına çıkacak değildim elbette. Ya
beni hatırlamazsa? O kadar cesur değildim. Ama bir şekilde iletişime geçmeliydim.
Ona mektup yazmaya böyle karar verdim.
“Selam John,
Nasılsın? Ben Laren. Hatırlıyor musun?
Lisede aynı grupta çalmıştık. Bana ders çalıştırırdın. Kolombiya’da tıp okumak
zor olmalı… Ama hayalinin peşinden gittiğin için de mutlu olmalısın. Hala gitar
çalıyor musun? Uzun zaman oldu. Lütfen bana yaz.”
İki ay sonra bile cevap gelmemişti. Belki mektubu
almamıştır diye düşündüm. Yeniden yazdım. Yeniden ve yeniden. Ekim’e kadar
yazdığım mektuplar onu bulmuştu. Başka bir açıklaması olamazdı. Beni silmişti
ve yeniden hayatına girmemi istemiyordu. Pes etmiştim. Ama aralık gelince,
kışın verdiği melankoli ile bir tane daha yazdım. Söz verdim kendime, bu son
olacaktı.
“Seninle beş yıl geçirdim.
Sensiz de beş yıl geçirdim.
Artık gelsen olmaz mı?
Bir de…
Her şey için teşekkür ederim.”
Ağğğğğğhhh ama of ya bölüm kısaydı yeni böööölüüüüüm :/ bu bölüme bayıldım :D benim yazarım işte yine harikaydı <3 çok iyi yazdığını ve heyecanlandırdığını biliyorsun değil mi yazar hanım :D bugün bir bölüm daha koyamaz mısın lütfen (en yıkıldık aigoo karımdan birini gönderiyorum :D)
YanıtlaSilYılışık yazacaktım :D
SilYuh buna da kısa dedin ya :D Teşekkür ederim okuyucu hanım^^
Sil"aigoo karım" hahahah güldüm :D Bundan sonraki bölüm final o yüzden koyamam :D Bitti zaten :D
Dalga geçme ya telefon hatası :D bitemez neyırrrrr nolamaz :'( başka bir hikayeye başla o zaman :D
SilGüzel bir konu ya da ilham lazım. :D İkisi birden olursa çok daha güzel olur :D
Sil