***BİR AY SONRA***
Çok
değil birkaç gün sonra yeni milenyuma girecektik. Seksenler hızlı geçmişti,
doksanlar daha da hızlı… Henüz yirmi bir yaşındaydım. İki binleri karşılamak
için uygun bir yaş gibi görünüyordu. Benimse tek yaptığım caddenin ortasında
durup o karamsarlığı tekrar ve tekrar yaşamaktı. Pennsylvania’da fizik okumak
hiç de insanı önemli biri gibi hissettirmiyordu. Yanılmıştım.
Lord
of the Thigs bir gelenek olarak sahneye çıkmaya devam ediyordu. Bugün de yine
gençlerin çıldırmasına yardımcı olacaktık. Sonra kadehi elime alıp bir köşeye
çekilecek ve yeni milenyumun bana asla vermeyeceği şeyleri dileyecektim. Ve
ertesi gün hayatımıza kaldığımız yerden devam edecektik. İnsanlara bu
kutlamaların saçma ötesi olduğunu anlatmak imkansızdı. Bunun için kendimi
yoracak değildim.
Kolombiya’dan
gelen grubu kontrol etmiştim. Ne o vardı ne de onun adresini bana veren çocuk.
Parçalanmış bir şekilde sahneye çıktım. Açılışı Beatles’ın “All My Loving”i ile
yaptık. Çok iyi hatırlıyorum, gitmeden önce birlikte çaldığımız son parçaydı.
Son vaadi ve yerine getirmediği tek vaadiydi.
-“All my loving, i wil
send to you…”
Sahneden inip bir sonraki grubu izlemek için
seyircilerin yanına geçtim. Rebecca, Kolombiya’dan gelen grubun çalacağını
söyledi. Demek yeni birilerini izleyecektik. Gözlerimi yere indirdim. Yeni bir
şarkı ya da ses dinleyecek olduğumda hep böyle yapardım, sadece sese odaklanmak
için…
Ve Beatles’dan başka bir
parça çalmaya başladı: Hello, Goodbye.
-“You say yes, i say no,
You say stop, i say go,
go, go,
You say goodbye, i say hello, hello, hello,
I don’t know why you say
goodbye…”
Çoktan dolup taşmış
gözlerimi yukarı kaldırdım. Ve tek kelime etmeden arkamı dönüp gittim. Çatıya
çıktığımda titriyordum. Hava da buz gibiydi. Rüzgâr tenimi okşuyor,
gözyaşlarımı bir sağa bir sola savuruyordu. Daha öncesinde pek çok kez bu anı
düşünüp ne söyleyeceğime karar vermiştim. Ama ayak seslerini duyduğumda hepsi
aklımdan uçup gitti.
“All my loving, i wil send to you… All my loving,
darling i’ll be true…”
-“Geleceğini haber
verseydin daha iyi olurdu.”
“All my loving, i wil send to you… All my loving,
darling i’ll be true…”
Sessizlik. Yavaşça arkamı
döndüm.
-“Neden… geldin?”
Yavaşça yüzüme dokundu. O
zamanki gibi… Hiç değişmemişti.
-“Soracak pek çok sorum
var, biliyorsun değil mi?”
-“Hepsini cevaplayacağım.”
Derin bir nefes aldı, “Ne kadar büyümüşsün…” dedi.
-“Sense tıraş olmayı
bırakmışsın.”
-“Ama konuşma tarzın hiç
değişmemiş.”
-“Bazı şeyler hiç değişmez.”
-“Bunu biliyor olmana
sevindim.”
-“Ama senin adına
konuşamam.”
-“Bazı şeyler hiç
değişmez.”
Yüzümü
ellerinin arasında alıp gözyaşlarımı sildi. Ama bu daha çok akmalarına neden
oldu. Kendimi tutamayıp, ellerini yavaşça ittim.
-“Açıklama yapacak mısın?”
-“Bana inanacak mısın?”
-“İnanmak sorun değil ama kalbimi
onarman imkânsız görünüyor.”
Yavaşça gülümsedi, acı
dolu bir gülüştü. İyice yaklaşarak eliyle başımı göğsüne yasladı.
-“Daha önce birkaç kez imkânsızı
başarmıştım.”
-“Kolombiya’ya girebilmek
gibi mi?”
-“Yanlış. Sadece
büyüdüğünü görmeyi hayal ederek ölümcül bir hastalığı yenmek gibi.”
***BİR YIL SONRA***
Zaman alsa da bütün
sorularıma cevap buldum. Dediğim gibi asıl sorun, inanıp inanmamak değildi.
Üniversiteye
gitmeden önce “Kaçış Sendromu” hastalığına yakalanmış. (Ayaklarda şişme ve halsizlik ile başlayan hastalık nefes darlığı,
solunum yetmezliği, böbreklerin durması, tansiyon düşüklüğü ve organ
yetmezliğine sebep olabiliyor.) Üzülmemi istemediği için bunu benden
saklamış. Üniversiteye gideceğini söylerken aslında hastanede tedavi görmeye
gidiyormuş. İki seneyi bu şekilde kaybetmiş.
-“Hasta olduğunu bilmeye
hakkım vardı.”
-“Muhtemelen evden kaçıp,
yanıma gelirdin.”
-“Peki ya ondan sonra?”
-“Florida’ya döndüm, seni
görmek için. Ama gitmiştin. Princeton’a gittiğini söylediler. Ben de seni
bulmak için oraya gittim. Ama yoktun.
-“Bu beni bulamasınlar
diye söylediğim bir yalandı. Peki sen? Pennsylvania’ya gideceğini söylediğin
halde yoktun! Senin için oraya gitmiştim.”
-“Hastalığımın kesin
tedavisi yok. Bu yüzden beni almak istememişlerdi.”
-“Ama Kolombiya kabul
etti?”
-“Proflardan birisi
hastalığımla yakından ilgilenmişti. Nadir görülen bir hastalık olduğu
için.”
Mektuplar
ise ona hiç ulaşmamış. Nedenini bilmiyoruz. Adresin yanlış olduğunu ya da
eskiden kaldığı evlerden birinin adresi olduğunu düşünüyoruz.
-“Bütün bunlar beş yıla
mal oldu.”
-“Özür dilerim.”
-“Bu çok zor bir durum…
Yani hasta olman… Ama seni affedemiyorum, neden?”
-“Haklısın. Ama benden
nefret ettiğini sanıyordum.”
-“Senden hep nefret ettim.
Ama bu sevmeme engel değildi.”
-“Bunca yıl nasıl
bekledin?”
-“Neden beni seçtiğini
merak ederek… Bana nasıl sabretmiş olduğunu merak ederek… Gerçekte ne
düşündüğünü ve ne hissettiğini merak ederek… Bu sorular beni ayakta tuttu.
Şimdi… sorularımın cevabını verecek misin?”
-“Hayır, sonsuza dek
aklında kalmak istiyorum.”
Bir hafta sonra Kolombiya’ya döndü. Ama bu sefer
sözünü tuttu, her ay bana yazdı. Posta kutusuna bakmak hayatımın en heyecan
verici olayına döndü. Bunun dışında… Winter ve Allyson’ın gidişiyle de Lord of
the Thigs nadiren sahneye çıkar olmuştu. Son senemde çok daha fazla çabaladım
ve fizik bölümünden üçüncülükle mezun olarak yüksek lisans için New York’a gidebildim.
Bu büyük bir şanstı. Gerçi ben New York’u da sevmiyordum. Ama bazı şeyler hiç
değişmezken, bazılarının değişmesi de kaçınılmazdır.
-“Beni affetmedin, bana
kızgınsın ama buraya geldin?”
-“Seninle ilgisi yok
bunun. Kendi geleceğim için çabalıyorum.”
-“Gerçekten bu kadar
büyüdün mü?”
-“Değiştiğimi söylemiştim.
Ve sen böyle biri olmam için uğraşıp durdun.”
-“Çabalarımın sonuca
ulaştığını görmek güzel. Ama benim için gelmiş olmanı tercih ederdim.”
-“Ne zamandan beri benim
için bu kadar önemlisin ki?” diye sordum gülerek.
-“Sen benim için en önemli
şey haline geldiğinden beri.”
Şimdi yeniden birlikteydik ve ben yeniden kendimi önemli biri gibi hissediyordum. Ona bu kadar bağlanmamın nedeni belki de buydu. Ama o olmadığı zamanlarda, önemsiz biri olarak da mutlu olunabileceğini öğrenmiştim. Gerçi yanımda olduğunda güvende hissettiğim su götürmez bir gerçekti. Çünkü o benim hiç olmayan ailem, en iyi arkadaşım ve bu dünyaya karşı koruyucumdu.
Şimdi yeniden birlikteydik ve ben yeniden kendimi önemli biri gibi hissediyordum. Ona bu kadar bağlanmamın nedeni belki de buydu. Ama o olmadığı zamanlarda, önemsiz biri olarak da mutlu olunabileceğini öğrenmiştim. Gerçi yanımda olduğunda güvende hissettiğim su götürmez bir gerçekti. Çünkü o benim hiç olmayan ailem, en iyi arkadaşım ve bu dünyaya karşı koruyucumdu.
Ve
o yanımda olduğu sürece kalabalıkta yitip gitmeyecektim.
the end
Yazarın Notu: Yayınladığım hikayelerden hepsinin sonu "happy ending" olsa da kişisel olarak kötü sonlar yapmaktan daha büyük zevk alıyorum. Ama bazen bu sadece "kolaya kaçmak" oluyor. Kötü son olsaydı iki ihtimal vardı. Ya John, gerçekten de Laren'i unutmuş olacaktı, ki eğer öyle olsaydı önceki 5 yılı açıklayan mantıklı bir neden olmayacaktı, ya da John ölmüş olacaktı, ki bu da az önce söylediğim gibi sadece "kolaya kaçmak" olurdu. Ve son olarak John'ın geri dönmüş olması bu hikayenin bir "aşk" hikayesi yapmaz. Ya da herhangi bir kategoriye koyulmaz. Çünkü Laren'le aralarında ne tür bir ilişki vardı ve bundan sonra nasıl olacak, muallakta...